Müşfik, babacan bakışları İbrahim’in üzerindeydi...

A -
A +
 
 
Hafif tefekkür ile yeniden derin düşüncelere daldı İsmail Fakirullah hazretleri…
 
 
Başından çıkarmadığı nohudî sarığının iki karış uzantısı ensesine doğru sarkıyordu İsmail Fakirullah hazretlerinin... Boyu ne çok uzun ne çok kısaydı. Saçları sakalları pamuk tarlası gibi yumuşacık görünüyordu… Ellerinizle okşayınca sanki parmaklarınız arasından akıp gidecekmiş hissi veriyordu… Ya gözleri? Neftî gözlerini çevreleyen uzun kara kirpikleri, hilâl kaşları altında yıldız yıldız sürmeli gibiydi… Her konuşma hamlesiyle gülümsüyor… Her bir kelimesi tane tane çıkıyordu dudaklarının arasından. Nerelerde, nasıl duracağını, neyi söyleyip söylemeyeceğini çok iyi biliyordu… Kısa bıyıkları oldukça gür ve saç renginin hatta ten renginin aksine kömür karası sayılırdı…
Müşfik, babacan bakışları İbrahim’in üzerindeydi. Yorganın altında iki büklüm olmuşçasına duran çocuğun göz kapakları morarmıştı… Uzun koşucuların bitişe vardıkları andaki yorgunluk hâlini hatırlatıyordu umumi durumu… Yuvarlak pembe yanakları; acısının her bir zerresini, ızdırabının ağır izlerini taşıyordu. Alnında ve boyun damarlarındaki hafif sararmışlık, sonbahardaki yapraklar gibi solgun yüzü; hastalığının büyüklüğünü gösteriyordu…
Bir iş için Derviş Osman’ın dışarı çıkmasından sonra İbrahim’le baş başa kalan İsmail Fakirullah hazretlerinin teveccühü; çocuğun üzerine iyice yoğunlaştı. Okumanın, bu uğurda yapılabilecek fedakârlıkların ehemmiyetini düşündü; müşfik nazarları, daha bir dikkatliceydi. Önce benzi hafif pembeleşti sonra toparladı kendi duyacağı bir ses tonuyla duâlar mırıldandı: “Allahım! O, hak üzere olan illetsiz bir tazeydi. Şimdi zor durumda; hakkında kalmak hayırlıysa şifa bulmasını, göçmek hayırlıysa iman selâmeti ihsan eyle” dedi, eğilip İbrahim’in yüzünü yeniden inceledi, göz kapaklarını kaldırdı, alnını sığadı. Biri bana; ‘can-ı gönülden niçin, neden yardım ediyorsun?’ dese, ona derim ki; ‘yardım isteyenin gamından, çaresizliğinden ve bilhassa rıza-i ilahi için...’ Her yaptığımız şey merhamettendir. İlaç, dertten başka bir şey aramaz. Nerede bir dert varsa deva oraya gider. Su, neresi alçaksa, oraya akar. Sana da rahmet suyu gerek. Yürü, tevazu göster, alçal da sonra rahmet suyunu iç, huzur bul. Rahmet içinde rahmet var İbrahim. Ey oğul; hastalık gibi görünen sana rahmettir; bir tek rahmete dalma, bir tek rahmete kani olma…”
İbrahim, sanki söylenenleri duyup anlıyormuş gibi bir hâl içindeydi.
Hafif tefekkür ile yeniden derin düşüncelere daldı İsmail Fakirullah hazretleri… Gençliğinden beri etrafındakileri imrendirecek ölçülerde narin, zarif ve şişman olmayan bedeniyle oldukça sağlıklı görünüyordu. Derviş Osman’ın yeni gelen evladı; çocuk değil; sanki büyümüş de küçülmüş gibi bir hâl içindeydi, yaşından daha olgun, zeki ve maharetli görünüyordu. Senelerce edindiği tecrübeleri, aldığı tahsili onun bu farklılıkları görme kâbiliyetini artırmış onu bambaşka biri yapmıştı. Her şeye ibretle bakan çok büyük ideallere sahipti İsmail Fakirullah hazretleri. Manevi âlemin ender büyüklerindendi… Yürüyüşündeki, oturuşunda ve kalkışındaki edep dikkate şayandı.  DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.