Yüzü düşünceli bir hâl aldı; ama gözleri hâlen kapalıydı

A -
A +
 
 
Yatağı sertti, derin uykuya dalmasın diye mi ne düşünmüşlerdi, bilmiyordu...
 
İbrahim, yatağında konuşamasa da şuuru yerindeydi. Lüzumlu, lüzumsuz her şey aklına geliyordu. Pencerelerin parmaklıkları, kalın tahta kapının sıkıca örtülmüş olduğu, babasının başucunda beklediğini ve gelip gidenlerin kimler olabileceğini düşündü. Acaba burada da böyle miydi? Çocuklar rahat mıydı sokaklarda? Anneler bir şey olacak korkusuyla devamlı pencerelerde nöbet tutarlar mıydı? Anneciğini hatırlayınca derin bir yerlerinde tarifsiz acı hissediyordu, yine öyle oldu. “Ah anacığım; bizi bırakıp nereye gittin, ne acelen vardı?” Onu kaybettikten sonra ne hâllere düştü, ne çok şey değişti bu koca dünyada?..”
İbrahim, kendini zorlayarak yorganını karnına kadar çekti. Yatağı sertti, derin uykuya dalmasın diye mi ne düşünmüşlerdi, bilmiyordu, belki de ona öyle geliyordu. Çocukluğundan beri duyardı; “sert yatak, hafif ve az uyku demekti, yani hayatta kalmanın şartlarından biriydi.”
Acaba eski dünya nasıldı diye düşünmekten alamıyordu kendini… Amcacığının anlattığı masallar gibi miydi acaba? Ne günlerdi… Hasankale’de medresenin bahçesinde oynadıkları günler aklına geldi. Ali amcacığının her akşam gelip sohbet edişini, masallar anlatışını hiç unutmuyordu. O muhteşem adam, sert yüzünün arkasında ne sevecen bir yürek taşıyordu… İbrahim, zoraki gülümsedi ve yatağında sağ tarafa dönerek yorganını omuzlarına kadar çekti, gayr-i ihtiyari.
Abdullah geldi aklına. Arkadaşları ile sokaktaydı yine, çelik, çomak, saklambaç oynuyorlardı. Birden annesinin çığlığını duydu. Tabii ya, annesi bağırıyordu, tanırdı anacığının tiz; ama tatlı sesini. “İbrahim dikkat et! Arkanda!” diye bağırıyordu. Arkasında bir sopanın havayı yarma sesini duydu. Arkasını döndüğünde Abdullah’ın elindeki sopa ile iki adet boz yılanı parçalamış olduğunu gördü. Hayatını kurtarmıştı Abdullah. İbrahim o zamanlar kaç yaşında olduğunu hatırlamaya çalıştı. Çok uzak gibi geliyordu kendisine. Aradan geçen uzun ve yorucu seneler boyunca, yüzlerce yıl yaşlanmış gibi hissediyordu kendisini… Abdullah, o zamanlar kaç yaşındaydı acaba?
İbrahim yatağında sabit durmuyordu. Sol yanına döndü, yorganını biraz sıyırarak karnına kadar çekti tekrar. Yüzü düşünceli bir hâl aldı; ama gözleri hâlen kapalıydı. Gözleri yaşardı birden; babasının Tillo’ya uğurlandığı gün gelmişti aklına… Aras kıyısında bir yaz sabahıydı yine kalpler tutuştuğunda. Sanki ezelden beri devam ediyormuş gibi bir hâl kaplamıştı. Babası nereye, niçin gidiyordu, kendini niçin götürmüyordu, niye bu ayrılık yolunu seçmişti? O bir karıncayı bile incitemezdi ki, nasıl olur da acı çektiriyordu bir evladına? Hayatta kalmak farklı bir durumdu. Nefsi müdafaa söz konusuydu, kendi hayatı, kendisine emanetti, ebedi saadeti kazanmak dünya hayatından daha mühimdi İbrahim’e göre. Ayrıca talebe okutmakta babasının üstüne yoktu, onun gibisinin Hasankale’de olmadığını defalarca duymuş ama yine de durduramamışlardı… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.