"Duydum ki dağlara çıkarmışsın Molla İbrahim!.."

A -
A +
Yüzünde çok tecrübeli bir anne bir baba şefkati vardı hocasının… 
 
Evet, yanılmamıştı İsmail Fakirullah Hazretleri geliyordu. Yürüyüşündeki asalet; giydiği beyaz kıyafetlerden ziyade manevi derecelerinin üstünlüğündendi. Ağır, vakarlı adımlarla taşıdığı kitaplar; belden aşağı düşmesin diye; bir halat üzerinde yürüyormuş gibi dikkatlice ilerliyordu. İyi de o mübareği nasıl tahayyül etmişti ve nasıl bulmuştu İbrahim? Elindeki mercimek tanesi kadar beni gözlerinin önüne getirip oraya usulca muhabbet dolu dudaklarıyla dokunmayı ne de çok istemişti? Sır, belki de onun o mübarek eline, incitmeden, rahatsız etmeden usulca bir buse kondurabilmesinde saklıydı. Ama nasıl yapacaktı bunu? 
Kelebeği çoktan unutmuştu İbrahim Hakkı. Hiç beklemeden koştu, kapıyı açtı... İşte şimdi tam karşısındaydı yollarını gözlediği hocası… Yay kaşlarının altından belli belirsiz gülen bakışlarını önce gözleriyle; sonra göz ucundan süzercesine ellerindeki kitaplara kaydırdı İbrahim. Bir tahsil için en çok aranan; kitaplardan oluşan “elindeki en kıymetli hediyeye talibim” diyordu bakışlarıyla… Yüzünde bir tebessüm, ona doğru ilk adımını atacak olmanın heyecanı sarmıştı. Al al olmuş yüzünü; terle bezediği gülümsemeyle baktı. Şefkat dolu bakışlara fazla dayanamıyordu.
Yüreği kabaracak gibi, ellerini uzatmadan yüzündeki gülücükleri almak istediğini hissettirmek istiyordu İbrahim.
Evet, sevdiği saydığı mübarek bir insanla baş başa kalmak tarifsizdi. Pek güzel bir şeydi ama gel gör ki o an, insan dilini yutuyormuş gibi oluyordu. Önceden itinayla seçtiği kelimeler bir anda aklından uçup gidiyor ve sonra; “acaba bir kusur, bir kabahat işler miyim” korkusuyla eli ayağı birbirine karışıyordu. Acabalarla dolu baş başa kalmanın anlatılması zor hissiyatı içinde hocasından gelecek suallere hazırlanıyordu...
Vallâhi güzel etmiş!
Billâhi güzel etmiş!
Tallâhi güzel etmiş!
Allah görelim netmiş?
Netmişse güzel etmiş…
             ***
Yüzünde çok tecrübeli bir anne bir baba şefkati vardı hocasının… Kıpırdamadan küçük İbrahim’e baktı, gülümsemeyi eksik etmeden bu genç talebesinin hislerini tahlil etmeye çalıştı İsmail Fakirullah hazretleri, sabırla bekledi. Bir süredir medreseyi, dergâhı şenlendiren, Tillo’da herkesin takdirini toplayan bu çocuğa soracağı suallerine hangisinden başlamak lazım geldiğine karar verememenin telaşı mı vardı?.. Ani sessizlikten dolayı mı ne İbrahim; hocasının konuşmasını beklerken gayr-i ihtiyari başını kaldırdı tekrar yüzüne baktı… Sanki bu an bekleniyordu.
- Duydum ki dağlara çıkarmışsın Molla İbrahim!
- Evet hocam! Okumak ve yazmak istiyorum! Hem de çok çok okuyup yazmak istiyorum!
- Pekâlâ bir istek! Molla İbrahim! Sonra ne yapmak istiyorsun?
- Sonra; bunları okumak efendim. Dağlar, taşlar, canlılar, cansızlar, bütün yeryüzü ve gökyüzü de birer kitap gibi sanki.
- Onları da okuyorsun öyle mi?
- Okumaya çalışıyorum efendim! Öyle bir heyecan verdiniz ki hocam! Başka şey aklıma gelmiyor. Her şeyi okumak, akla gelebilecek bütün mahlûkatı okumak istiyorum... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.