Musalla taşı meğer ne büyük hakikatmiş!..

A -
A +
Hiç düşünmediği bu hakikatle yüzleşmenin soğuk terlerini döküyordu.   Âdemoğlu; dünya ve âhiret; o iki hat arasında sallanıp duruyordu. Dünyaya anında intibak eden ve yine bir anda bırakan acayip bir mahlûktu. “Ne oluyorum? Neler aklıma geliyor?” diye kendini suçladı Molla İbrahim Hakkı. Muhakkak ki dünya ile âhiret arasında şimdiye kadar tanımadığı bir perde vardı. Çok şeffaf, son derecede kuvvetli bir şey onu istemese de dünyadan böyle ayırıyordu… Fakat dünyadan kopabilmek, ayrılabilmek o kadar kolay mıydı? “Hayat o kadar güzeldi ki…” Hakikaten bu güzel insanların arasında yaşamak güzel şeydi. Her şey yoluna girmiş, tam çalışmaların semeresi toplanacakken muhterem pederi Derviş Osman hayata veda ediyordu. Bir gülüşünün yumuşaklığı, bir bakışının sıcaklığı, bir el dokunuşunun kuvveti bir daha olmayacaktı. İşte bunlar ona zor geliyordu. Bir gül yaprağına, bir kuzucuğun masum yüzüne, bir insanın sıcak eline bıkmadan, usanmadan ve ebediyyen bakabileceğini sanıyordu oysa. Çünkü her şey pek güzeldi ve çok iyi yaşanıyordu ki birden bitiveriyordu bugün. Biraz sonra bu oda boşalacak, kabirde noktalanacak son yolculuk başlayacaktı. Kendini câmi-i şerifin bahçesinde düşündü. Saf saf olmuş Tillo halkı, başları önde, gözler buğulu, hepsi de ağız birliği etmişçesine İbrahim Hakkı’ya bakamıyor, baksa da göz göze gelmemek için hemen yüzünü çeviriyordu.             *** Dalların, yaprakların arasından sızan belirsiz bir ışık demeti tabutun üzerinde oynaşıyor... Musalla taşı meğer ne büyük hakikatmiş. İşte câminin avlusundaki bu altın hüzmeler, cemaatin gözlerini kamaştırıyor, İbrahim’i ise ağlatıyordu. Bir taze buhurdan kokusu, yürüyen adamların acelesi, birçok düşünceli yüzlerin sessiz hıçkırığı ciğerini yakıyordu. Her hareketin, fiilin bir mânâsı vardı elbette. O, hiçbirinin üzerinde durmak istemiyordu. O, babasız ilk akşamın derdindeydi. Hiç düşünmediği bu hakikatle yüzleşmenin soğuk terlerini döküyordu. Anasızlığa alışması pek kolay olmamıştı, ya babasızlık! Böyle bir durumda belki de her şeyi kaybettiğini sandığı için hayattan kopmuş olabilir endişesindeydi. Niçin olmasın? Çünkü bu alışık olduğu güzelliklerin aksi bir durum; alelâde bir şey değildi. Bu; bir nevi hayatı yeniden keşfe benziyordu. Hem o cins keşiflerden idi ki; insana ancak en son dakikada, zihnin her şeyle alâkasını kesip kendi kendisi olduğu anda gelebilirdi. Bu uçurumun kenarında bulunanların başına gelebilecek hakikatlerdendi. Ya düşecek, ya da o korkuyla acı çekecekti. İçindeki saf masumiyet; ancak böyle bir son an safiyeti olabilirdi. Molla Muhammed’in kolundan tutup “kendine gel Molla İbrahim!” demesiyle tekrar yerde yatan beyaz örtünün altındakine baktı. Gözleri sessiz ağlamaktan kızarmıştı. Tam bu esnada İsmail Fakirullah hazretleri içeri girince herkes ayağa kalkıverdi. - Esselâmü aleyküm. Cemaat hep birlikte hürmetle selâmını alınca odanın içi uğultuyla doldu: - Aleyküm selâm ve rahmetullah ve berakâtüh. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.