"Yetim kaldın, öksüz kaldın ama kimsesiz kalmadın!.."

A -
A +
 
 
Molla İbrahim Hakkı ile Molla Muhammed, gasilhaneye birlikte girdiler.
 
İsmail Fakirullah hazretleri, beklemeden doğru Molla İbrahim’in yanına gitti. Kim gelmişti? Gönüller sultanı İsmail Fakirullah hazretleri gelmişti…
İbrahim Hakkı, hocasını karşısında görünce içindeki şüphe, korku dağılıverdi birden. Düştüğü suçluluk duygusundan yakasını çabuk kurtardı. Hemen ona doğru hamle yaptı, eline sarıldı. Hocası da onu kucakladı, alnından öptü. O yaz ortasında buz kesilmiş kalbi yeniden çözülmeye başladı. Üzerinden kara bulutlar tek tek dağılıyor, etraf sanki aydınlanıyordu. Yerde yatan babası değil de dünkü gibi sıradan bir ev ziyareti havası oluşmuştu.
Hocasının gülen gözleri bütün muhabbetiyle üzerindeydi:
- Ağlıyorsun!
- Evet efendim! Kendimi tutamıyorum!
- İnsanoğlu her ayrılıkta üzülür Molla İbrahim! Ayrılmak olmasaydı kavuşmak da olmazdı. Üzülme! Yetim kaldın, öksüz kaldın ama kimsesiz kalmadın! İmtihandasın İbrahim! Zorlu bir imtihan var şimdi!
Öyle ya o KİMSESİZ kalmamıştı...
              ***
Molla İbrahim Hakkı ile Molla Muhammed, gasilhaneye birlikte girdiler. Derviş Osman’ın cenazesini girişte soldaki odaya yatırmışlar, üzerini örtmüşlerdi. Babasının başucunda gözyaşları ile Yasin-i şerif okuyan arkadaşlarını görünce yeniden efkârlandı. “Kendime hâkim olmalıyım” diyerek doğru cenazenin yanına varıp teneşir üzerine yatırdı, itinayla yıkadı, kefenlediler. Oradakilerden helâllik alındı. Cenaze namazı kılınmak üzere câmi-i şerifin musalla taşına omuzlarda taşındı.
- Ben senin hakkını nasıl ödeyeceğim bilmiyorum!
- Yine kibarlığın üzerinde İbrahim! Ne yapıyorum ki?
- Her arkadaşın yapacağı şey ama sizin yaptıklarınız bambaşka.
- Dünyada beraberdik âhirette de…
- İnşallah!
- Sayılı günler! Ne de çabuk bitti, tükendi! Doyamadık birbirimize!
- !!!
Birkaç saat sonra İsmail Fakirullah hazretlerinin talimatıyla Molla Muhammed hazırlanmaya gitti. Bugün sıra Derviş Osman’daydı. Musalla taşına o konacaktı. Dünkü endişelerinden, ağrılarından, sızılarından, heyecanlarından uzak, sükûnete ermiş olarak ebedi istirahatgâhına uğurlanacaktı… Herkesin böyle bir günü olacaktı, mutlaka onu bekliyordu böyle bir merasim. Hocası bir gün “Molla İbrahim; kim doğmuşsa bilsin ki ‘ölecek’… Ona göre yaşasın…”
En büyük hakikati ikinci defa yaşamanın derin kederi içinde; Seyyide Hanife Hâtun anacığını hatırladı. O âhirete göçünce kanadının birinin kırıldığını hissetmişti. Artık eskisi gibi hiç uçamamıştı. Şimdi anasının yokluğunu hissettirmeyen babacığı da onu yalnız bırakıp gidiyordu. Öbür kanadı kırıldığı gibi fırtınalarda sığındığı limanı, yorulunca yaslandığı dağı da yıkılmıştı. Çiçeği burnunda bir delikanlı için zordu vesselâm…
Kusur aramak yerine, kusur kapatmayı bil!
Hata bulmadan, hatasıyla kabul etmeyi bil!
Yanlış gördüğünde, doğrusunu öğretmeyi bil!
Bunları da bilmiyorsan bari sus, HADDİNİ bil!
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.