İbrahim Hakkı, bugün farklı hisler içindeydi...

A -
A +
Vefat ettiği günden beri her sabah, babasının kabrine uğrardı...
 
İbrahim Hakkı yanık bir sesle:
Sular ağlar, yüksek dağlar inler,
her bülbül mest olur figânından...
Lâle ile gül cübbesini yırtar,
zikr edilen Hakk’ın hakikatinden. 
                 ***
Baba-oğul birbirlerini ne kadar da sevip sayıyorlardı, birisinin olmadığı hayatta diğerinin eksikliğinin nasıl hissedileceğini pekâlâ biliyorlardı, biliyorlardı da ne yapacaklarını bilemiyorlardı. O korkulan gün gelip kapıyı habersiz çalmamış mıydı?
Vefat ettiği günden beri her sabah, babasının kabrine uğrayan İbrahim Hakkı, bugün farklı hisler içindeydi. Hasankale’ye, ata memleketine gideceği için, akrabalarını, çocukluk arkadaşlarını, hele Abdullah’ı göreceği için sevinçliydi, bir o kadar da hüzünlüydü; hem babacığının kabrinden, hem medrese arkadaşlarından, Molla Muhammed hocasından ve hem de her şeyi, başının tacı, kalbinin ilacı, dertlerinin devası hocasından ayrı kalacağı için çok çok üzülüyordu...
Genç İbrahim Hakkı; güneş ufuktan yavaş yavaş doğarken, gözlerini bakmaya doyamadığı hocasının evine, dergâha, medreseye ve son bir defa daha babasının cansız bedenini emanet bıraktığı kabre çevirdi, doya doya baktı. Ağlamaması elinde değildi.
“Sular ağlar yüksek dağlar inler. Her bülbül mest olur figanından, lâle ile gül cübbesini yırtar, zikredilen hakkın hakikatinden. Sevgili daima gönüldedir bir an bile uzaklaştığını sanma. Gerçi gönül, bazen dalıp ondan ayrı düşüyor. Gönül gaflet uykusundan uyanırsa sevgilisini bulur. Cennet ehlinin gönlü sevgilinin cemalini seyreder...”
 
Ya İlahi; aşkın ile verdi can.
Ver ona Cennette çok huri civan.
Hasretle ağladı halkı cihan.
Rahmetin deryasına gark et heman.
Geldi tarih gitti vay Osman civan.
 
               BİZİM KALEHASANKALE…
İbrahim Hakkı, bu yeni hayatın kendisine ne kazandırıp ne kaybettireceğini kestiremiyor, sekiz sene sonra karşılaşacakları hususunda sabırsızlanıyordu. “En iyisi, bırakalım hâtıralar; konuşacakları zemini, zamanı kendileri seçsinler” diye söylenerek yürüdü. Ancak bu düşüncelerine mazinin sesi iştirak etmediği gibi rahat da bırakmıyor, onu bir gölge gibi takip ediyordu. Yapacağı şey yeni, capcanlı, günün rüzgârına kendini teslim etmekti ama bunu nasıl yapacağını bilemiyordu. Yeni çevre, yeni arkadaşlar ve hocalar… Bütün bunlar onu; güzelle iyinin, şuurla hülyanın el ele vereceği çalışkan ve mesut bir dünyaya götürebilecek miydi?
Çocukluğunda, Tillo’da ihtiyar bir kadına yardım etmiş, tanışmıştı İbrahim Hakkı... Sık sık karşılaşır, ona kendi yaptığı lokumlardan verir, kuruttuğu üzüm, incir ve cevizlerden avuç avuç ceplerine doldurur, pek de yürekten duâ ederdi. Görür görmez; “A güzel evladım; siz daha çocuksunuz, iyi yiyin, iyi çalışın! Her şey küçük yaşta olur, sakın gevşek olmayın, tembel olanı kimse sevmez! Büyüyünce başınızı duvarlara vurursunuz da çare bulamazsınız! İş işten çoktan geçmiş olur” der ona cesaret ve kuvvet verirdi. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.