Hislerim dalgalandı, savruldu Rüyalarım köz, içim kavruldu

A -
A +
 
 
“Hadi uşaklar! Ne duruyorsunuz? Bu gelen yabancı değil İbrahim emminiz!”
 
 
Kapı önündeki ağlama; orada kalmıştı. Çocuklar, utangaç yüzlerle köşelere sinmiş, evlerine gelen bu genç abilerini tanımaya çalışıyorlardı. Babalarının bir işareti yetti… “Hadi uşaklar! Ne duruyorsunuz? Bu gelen yabancı değil İbrahim emminiz! Molla İbrahim Hakkı!” Paçalarına sarılanlar, boynuna atılanlar aman Allah’ım… ne güzel muhabbetti o… saf, samimi, içten ve duygu yüklü…
 
Hislerim dalgalandı, savruldu.
Rüyalarım köz, içim kavruldu.
                      ***
Loş ve dar bir avludan geçilip büyük misafir odasına girerken bütün Hasankale ahalisinin akın akın tâziyeye geldiklerini görünce pek şaşırmıştı İbrahim. Kim duyurmuştu, nasıl bu kadar insan bir araya gelmişti? Pek anlayamıyordu.
Odanın kapı sövesinin üzerindeki taşa, sade, güzel ve derin oymayla “Besmele-i şerif” kazılıydı. Bina yeni, yazı yeni, kapı yeni, tahtaları çam… İbrahim, Tillo’ya giderken burası harman yeriydi. Şimdiki bina, belli ki sonradan yapılmıştı... Kapıdan içeri girilince toprak, karışımı reçine kokusu insanı “hoş geldiniz” der gibi karşılıyordu. Odanın tavanı yüksek, içerisi aydınlık ve ferah, dışarıdan gelen ışık gözleri kamaştırıyor... Kapının tam karşısındaki duvar yan yana iki büyük pencereyle dış dünyaya açılıyordu. Girişin sağındaki duvar boydan boya kitaplık. Demek ailede herkes okumaya hevesliydi. Onun karşısında olan duvar da baştan başa kapaklı dolaptı. İçinde yatak ve yorganların konduğu yüklük, abdestlik, kap, kaşık, sini, sofra malzemeleri vardı. Bütün her şey üst üste, yan yana itinayla dizilmişti. Kalabalıktan dolayı mı ne pencereler yarı aralık… İçeride okunan aşr-ı şerifler dışarıdan da duyuluyordu. Uzaktan komşuların sesi geliyor:
“Derviş Osman vefat edince İbrahim Hakkı Hasankala’ya dönmek mecburiyetinde kalmış!”
“Vah zavallı çocuk! Bu yaşta neler çekti neler?”
“Dile kolay! Anasına doyamadan babası da yalnız bıraktı!”
“İmtihan dünyası!”
“Hak teâlâ sabr-ı cemil versin, ne diyelim.”
Duvarlar alçı badanayla yeni sıvanmış, perdeler dallı güllü bezdendi. Kapı arkasına iki ibrik ve bir su küpü, üzerine de bakırdan büyük bir maşrapa konmuştu.
Odanın üç duvarı, yirmi, otuz kişinin yan yana rahat oturabileceği bir şekilde sekiyle dolanmıştı. Tam ortasında göbekli halı, üzerine dizilmiş kalın minderleri renk renkti…
Müftü, hatip, imam, müezzinler devamlı oturuyorlardı. Köylerden ve mahallelerden gelenlere bir aşr-ı şerif okunduktan sonra sabr-ı cemil tavsiye ediyor ve tâziye vererek, başlar önde sessizce çıkıyorlardı…
Misafir odası, üç gün dolup taştı. Sonra çok uzakta olanlar ve yeni duyanlar gelmeye başladı. Bunlar da azınlıktaydı.
Molla İbrahim Hakkı ve amcaları tâziye müddetince odayı terk etmedi, birbirlerini hiç yalnız bırakmadılar.
Bir gün Molla İbrahim Hakkı’yla Ali amcası baş başa kalmışlardı. Gelen giden de yoktu...  DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.