''Cuma gecesi sabaha yakın dünyâdan âhirete göçtü...''

A -
A +
''Anladığım kadarıyla biz üzülmeyelim diye dertlerini bize belli etmedi babam...''
 
 
Ali amcası, boğazını temizleyerek İbrahim’e döndü:
- Yeğenim! İbrahim’im hiç soramadım; hem seni üzmemek için, hem de misafirlerin çokluğundan fırsat bulamamaktan dolayı. Abim Derviş Osman gayet sağlıklıydı. Ne oldu, derdi neydi, kaza falan mı geçirdi yoksa? Birdenbire âhirete göçtü haberini duyduk!
- Ömrü o kadarmış emmi. Yiyeceği ekmeği, içeceği suyu kesilmiş!
- Elbette öyledir yeğenim! Hastalığı neydi? Onu demek istemiştim.
- Ben de fazla bir şey bilmiyorum emmi! Anladığım kadarıyla üzülmeyelim diye dertlerini bize belli etmedi. İçinde sakladı, neyi varsa!
- Büyük ihtimal öyledir. Sen bilmiyorsan biz hiç bilemeyiz!
- Emmi; çok şey öğrendim lakin her yüreğe salıncaklar kurmayı beceremedim… Her nabza göre şerbet vermeyi de… Birkaç hafta önceydi; sizin muhterem abiniz, benim çok sevdiğim babacığım, yerine göre anam, dert ortağım, üzüntülerimin gidericisi, hücredâşım, gurbet yoldaşım, hocamın ifadesiyle Derviş Osman Efendi, mübarek cuma gecesi sabaha yakın dünyâdan âhirete göçtü. Hak yolunda can verip Allahü teâlâya kavuştu. Maksadı hâsıl olarak rahmet deryasına daldı.
- Zor bir gece olmuş senin için! Yanında mıydın?
- Son gece hasta olduğunu anlamayan kalmamıştı. Geç saatlere kadar Kur’ân-ı kerim okuduk! Arkadaşlarım bana acıdılar ki “sen biraz uyu” dediler. Zaten gözlerimi açamıyordum. Elbiselerimi çıkarmadan öyle dalmışım. Sabaha yakın kalkıp babamı görmek istedim. Talebeler; “git, önce namazını kıl, sonra gel. Hasta şimdi rahatladı” dediler. Ben de uzaktan baktım; mışıl mışıl uyuyor görünüyordu. Abdest aldım, mescide gittim. Herkes nezle olmuş gibi burnunu tutuyordu. Bir mânâ veremedim. Huşu içinde namazımı kıldım, hemen babamın yattığı odaya koştum. Zaten içimde bir sıkıntı vardı. Yüzünü açtım. O zaman vefat ettiğini öğrendim.
- Arkadaşların ne güzel hareket etmişler; önce namazını kılmanı temin etmişler. Maşallah!
- Vefat ettiğini söyleseydiler; o acıyla abdesti, namazı unutabilir, büyük bir felakete düçar olabilirdin.
- Çok ince bir hissiyat! Allah muhafaza! Yakın olsaydık, haberimiz olur, seni yalnız bırakmazdık! Ah! Ah!
- Bilhassa gönül sultanım, canım efendim İsmail Fakirullah hazretleri, can arkadaşlarım; yalnızlığımı hiç hissettirmediler emi. Babam gitti ama benim de rahatımı alıp götürmüştü. Gönül evim karardı. Bir anda babamın ayrılık hasretiyle virânelerdeki kuşlara döndüm. Öyle feryâd-ı figan etmek istiyordum ki, sesim göklere çıkacaktı. Ben bu zor ve çaresiz hâlde iken o merhamet menbâı mübârek hocam teşrif ettiler.
- Mutlaka rahatlamışsındır!
- Hem de nasıl? Mübarek cemalini görür görmez bendeki üzüntü ve elemi aldı, götürdü. Kendi kendime dedim ki: “Şimdi ayıptır, sabredeyim. Hocam gittikten sonra nasıl ağlayacağımı ben bilirim!”
- Edep… Eee…
- Mübârek hocamız, herkese selâm verip babacığımın başı ucunda oturdu. Şehid olan rûhuna bir Fâtiha okuyup sevâbını bağışladı ve murâkabeye daldı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.