Molla İbrahim​’in telaşesi çoktu!..

A -
A +
İnsanların arasında yalnız kalmak ne demekmiş çok iyi öğrenmişti artık...
 
 
Ona göre okumamak ise; “medeniyet merdivenini, gerisin geri inmek” demekti. Hisleriyle değil, aklını kullanarak ebedi kurtuluşun derdiyle dertlenenlere gıpta ediyordu.
Hatırlatan olmalıyım!..
Dünya bir gölgelik; garip yolcu olduğumuzu hatırlatan olmalıyım… Sadece yolumun buradan geçtiğini de hatırlatmalıyım. Yapmam lazım gelenler vardı, vazifelerimi hatırlamalıyım. Burası imtihan yeri; sualleri, onlara verilecek cevapları öğrenmeli ve hatırlatan olmalıyım… Geçici konaklama yerindeyim; seyr-ü sefaya dalıp ebedi hayatı, âhireti hatırlatan olmalıyım... Rabbime verdiğim sözüm vardı. Dünya kelâmı konuşmaktan kurtulup o sözümüzü hatırlatan olmalıyım…
Ne çok şeyi ve ne de çabuk unutmuşum meğer!
Hülâsa:
Hakikati unutmuşuz ondan da haberimiz yok! Habersiz olanlara hakikati hatırlatan olmalıyım!..
İbrahim’in telaşesi çoktu. Yuva kurma telaşının yanında insanları kurtarma telaşı daha ağır basıyordu.
Ateş olmayan yerden tütmez duman.
Dikkatli olmalı; aman ha aman!
                      ***
Bugün daha bir hüzünlüydü İbrahim. Zamanın acımasız dişlileri arasında boğulurken sessiz feryatlarını duymuyordu kimsecikler.
Tedavisi olmayan bir hasret içindeydi. Çaresi olan bir yalnızlık değildi onunki. Yeri dolmayacak bir boşluk vardı içinde. Ne istediği belli olmasına belliydi de kime anlatacaktı ki? Neticesini ölçmek, kestirmek zordu. İkiye bölünmüş olarak yaşıyordu hayatı. İki ruh hâli vardı yani. Biri huzur doluydu; daima gülen, tebessüm dağıtan tarafı, diğeri etrafındaki insanlara rağmen yalnız olanıydı. Zor bir bilmece ya da çözümü zor bir cebir işlemi…
İnsanların arasında yalnız kalmak ne demekmiş çok iyi öğrenmişti artık. Çevresinde ona bakan o kadar gülen göz olmasına rağmen hiçbirinden Tillo’daki hocasının sıcaklığını hissedemiyor, babacan tavrını göremiyor, gülen yüzünü bulamıyor, içine nüfuz eden kelimelerini duyamıyor, huzur ve saadeti kimse kalbine akıtamıyordu veya ona öyle geliyordu.
Konuşulanlar, sarılmalar, tebessümler yapmacık, kusurlu veya eksik geliyordu. Yetişmemiş ham meyve gibi boğazına tıkanıyordu. Her şeyde izahını yapamadığı bir tuhaflık vardı. Belki de insanlar samimiydiler de o anlayamıyordu kim bilir.
“Ama nafile, buralarda hiçbir şey bana huzur vermiyor! Yeri dolmuyor hocamın, dolmaz da!” DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.