Gidip bir kahve içeceklerdi işin ucunda ölüm yoktu ya!

A -
A +
Amcasının teşvik ve desteğiyle görücüye gideceği için kalbi küt küt atıyordu.
 
O artık çocuk değildi… O sırım gibi bir delikanlı, nice kitapları hatmetmiş ilim adamı, ev ve aile mesuliyeti alabilecek numune biriydi…
Amcası; kendine göre dünyanın en örnek delikanlısına; herkesin güzelliğinde, maharetinde, iffet ve edebinde hemfikir olduğu Firdevs’i pek yakıştırıyor, bu izdivacın olması için elinden geleni yapmaya hazırlanıyordu. Bu hayırlı işte pek kararlıydı. Birbirlerinin de tam küfüvvü, dengiydiler. Molla Muhammed’in bu izdivaç için hiçbir tereddüdü kalmamıştı artık...
Koyun kuzu meleşir derede!
Kadir kıymet bilenler nerede?
                 ***
Umumiyetle insan sevginin kuvvetini, muhabbetin ne demek olduğunu tam bilemiyor… Bu yüzden olsa gerek ortalık hırslı insandan geçilmiyordu. Oysa dünya fâniydi, huzur ve saadet denen şey de olmasaydı neye yarayacaktı ki? Ve yine bu yüzden bir insanın bütün bunları görüp mânâsız, içi boş bir sevginin ne demek olduğunu, kendi başına keşfetmesi de mümkün değildi. Onun için iyilerle birlikte olmaktan başka yapılabilecek bir şey yoktu. Tercih, şahsın inisiyatifindeydi. İsteyen yönünü Mekke-i mükerremeye, isteyen de Moskova’ya doğru çevirebilir, neticesine de katlanırdı. Yüksek bir mevkie, çok güzel bir eve ve hayat arkadaşına, itimat edilir bir dosta, temiz ve nezih bir çevreye sahip olmak herkese nasip olmayan nimetlerdendi… Nimetin kıymetini bilmek yine nimet sahibine düşüyordu.
Gelin ata binmiş,
Yine “kısmet” demiş!
            ***
Okumak, okumak… Başka bir dünyası olmamıştı İbrahim’in. Şimdiyse en sevdikleri evlenmekten, yuva kurmaktan bahsediyordu. Bu mevzuyu açtıkları günden beri bir kız, güzel yüzlü genç kızlar düşünmeye başladı ama aklına gelenlerden hep yüzü kızarıyordu. Bu konuşmalar utangaçlığını had safhaya çıkarmıştı. Mübarek hocası; “el hayâyı vel-imân/hayâ imandandır, utanmak büyük bir nimettir” deyip ona hep destek olmuştu, bu izdivaç işinde de yine yalnız bırakmayacağından emindi, dualarını ve himmetini üzerinde hissediyordu zaten.
Yengesinin gayreti, amcasının teşvik ve destekleriyle görücüye gideceği için kalbi küt küt atıyordu. Ne konuşacağını, ne soracağını aklından geçiriyor, içinin rahat edebileceği bir cevap bulamıyordu. “Okumaktan daha zor şeyler de varmış meğer” dedi, muhterem amcacığını bekledi. Öyle anlaşmışlardı. Birlikte gidip bir kahve içeceklerdi. İşin ucunda ölüm yoktu ya!
İnsanların “ne derler” bakışlarından uzak olduğu zamanki o içten gelme tezcanlılık ve incelikle avlunun bahçeye açılan kapısından daha henüz içeri girmişti ki, oda kapısının yanı başında sanki taze denecek yaşta, iyice uçuk benizli ve yeni ağlamış da susmuş bir genç kızın yüzünü gördü. Sırtında kar gibi bir elbise vardı, boz koyun yününden örülmüş tertemiz ihramını da omuzlarına atıvermişti. Bu ilk defa gördüğünün teni o kadar ak, gözleri o kadar ışıltılıydı ki; azıcık hayalperest aklına; “bunun yanlışlıkla oraya gelen, kılık kıyafet değiştirmiş bir peri olabileceği” düşüncesi geldi. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.