“Kendini tanı, kendini ara kendini bul İbrahim!..”

A -
A +
Genç molla; kendi âleminde öylesine yürürken gaipten bir şeyler duydu!..
 
Her gün olduğu gibi, Firdevs hanımefendisinin hazırlamış olduğu nefis kahvaltısını yapıp sabah erkenden evden ayrıldı. Üzerinde yine uzun nohudî cübbesi vardı. Mor koyun yününden örülmüş bol poturu, ayak bileklerine kadar dökülüyordu. Ucu yukarı kıvrık ayakkabısıyla yürürken taşları yol kenarlarına itekledi. Bu bir sıkıntı işareti miydi, yoksa sevinç alâmeti mi? Onu hiç böyle görmemişlerdi. Uzun boylu, omuzları geniş, sarığın altından görünen siyah kehribar gibi saçları, güneş vurdukça yıldız yıldız parlıyordu. Koyu kestane rengi sakalı bir tutamdı. Çok kitap okuyanlara has nazik elleri bembeyazdı. Geçtiği yerlerde misk gibi hoş kokular saçıyordu. Adını, nereden geldiğini, ne iş yaptığını bilmeyen kalmamıştı. Bu yaşta parmakla gösterilmek, meşhur olmak pek hoşuna gitmese de o artık herkesin, sevip saydığı âlimler arasında çoktan yerini almıştı.
Genç molla; kendi âleminde öylesine yürürken gaipten bir şeyler duydu, başını kaldırdı ve sesin geldiğini tahmin ettiği tarafa uzun uzun baktı. Sanki o sesi tanıyormuş gibiydi lakin çıkaramıyordu kim olduğunu. Bir an titrediğini hissetti. İçinden geçenleri haykıran, aklını başından alan bu ses; ha bire aynı cümleleri tekrarlıyordu. “Allah! Allah! Fe sübhanallah! Hayırdır inşallah!” diyerek dikkat kesildi, iyice kulak kabarttı:
“İbrahim! Molla İbrahiiim!”
“Kendini tanı, kendini ara, kendini bul İbrahim!”
“Hadi İbrahim! Hayat kısa geç kalma!”
“Acele et! Çelik çomak oynamak vakti değil İbrahim!”
“Oyun oynayanlar helâk oldu İbrahiiiim!”
“Ziyan olma İbrahim!”
İkaz için geldiğini düşündüğü; “İbrahim kendini, tanı, kendini bul!” cümlelerini içinden tekrar ederek hızlı adımlarla pazar meydanına doğru yürüdü.
“Pazar meydanı dediği” yer de maşallah; bayram yeri gibi, tıklım tıklımdı… Kalabalıklar gürül gürül üstüne geliyormuş gibi tedirgin oldu. İnsanlar ve satılmak üzere getirilen hayvanlar arasından yol açarak zar zor ilerliyordu. Acaba ne yapsaydı? “Estağfirullah!” diyerek kalbine kuvvet topladı. Bir yüksek yere çıkmalıydı ama öyle bir yer de göremiyordu ki. Şuursuzca adımlarına teslim olmuş gibiydi. Neden sonra kalabalık seyrelmeye başladı. Eski metruk binaların bulunduğu yere gelince daha rahatladı. Az daha ilerleyince kendini dümdüz aşağı inen, geniş ve kısa bir yokuşun başında buluverdi. Hiç beklemeden yokuş aşağı indi. Elindekine baktı. Sanki ağırlaşmıştı. Mühimsemedi, sağa döndü… İç açıcı bir yerdeymiş gibiydi ama orası neresiydi?
Tarifsiz hislerle dolu, duyduğu ses; belli aralıklarla tekrarlanıyor, ona korkudan ziyade merak karışımı bir haz veriyordu. Gayriihtiyari dudaklarına bir tebessüm yayılıverdi. Birkaç adım attıktan sonra, elindekiyle birlikte havalanıyormuş gibi bir hisse kapıldı. Kulağı o seste, gözü insanlardaydı. Herkes kendi âleminde işinde gücündeydi. Bir ara baktığı tarafta ne görsün, gülen gözleriyle amcası ona bakmıyor mu? Birden babacığını hatırladı. Ona ne kadar da benziyordu şu hâli. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.