"İbrahim’den bahsedince şaşırdın, hatıraları canlandı gözünde!.."

A -
A +
 
 
"Şenlendiren ben değil sizsiniz yenge. Her geldiğinizde huzurla doluyorum."
 
Etrafta koşturan kediciklerin, göğsü yanardöner güvercinlerin, gıt gıt gıdaklayan tavukların, uzun uzun öten horozların arasından geçti. Çocuk bağrışmalarından, köpek havlamalarına kadar sokakların uğultusu her tarafa hâkimdi. İbrahim ile yaşadığı hatıraların üzerine basıyormuş gibi hissetti kendini. Bir hoş oldu. İbrahim’in gezip tozduğu bahçenin her köşesinde sanki o vardı. Bir ağaç arkasında saklanmış da sanki birden önüne çıkacakmış gibi bir hava esiyordu. Elinde olmadan adımlarını hızlandırdı. Peşi sıra yengesi:
- Kız Firdevs! Gel kimsecikler yok! Tavuklar, kediler…
- Ya o ses yenge?
- Dedim ya, hayvanat yerinde durmuyor ki!
- Ama o farklıydı. Niçin bizi ayağa kaldırdı, nereye gitti?
- Bunları daha önce de duymuştuk Firdevs!
- Ben ilk defa duydum yenge!
- İbrahim’den bahsedince şaşırdın! Hatıraları canlandı gözünde! Dikkat et, mukayyet ol kendine Firdevs! Sen olmasan neye yarar! Sen ve senin gibiler şenlendiriyor burayı.
- Şenlendiren ben değil sizsiniz yenge. Her geldiğinizde huzurla doluyorum.
- İnşallah öyledir!
- Dahası var yenge!
Deyip üzerindeki ihramı yeniden toparladı, başını iyice örttü. İhramın içinden o her tarafı rahat görebiliyordu lakin onu kimsecikler tanıyamıyordu. Mevzu İbrahim’den açılınca gözleri yaş dolmuştu. Elleri ise terden yapış yapıştı. Ayaklarındaki yün çoraplar ruhunu boğuyor, derisine diken olmuş saplanıyor gibiydi. Rengârenk, ışıltılı bir gün işte böyle başlayıp sonra zeval bulacaktı.
Firdevs gelin; hasret dolu ruh hâliyle çeperlerin yanından bir gölge gibi süzülerek geçti. Biraz önce nefes nefese çıktığı odaya gülerek geri döndüğünde gözü; İbrahim’den gelen tek canlı yadigâr elbiselerle mektuptaydı.
 
Gelin elinde gonca,
Ağzı Kur’ânlı hoca,
El kaldır duâ edek,
Kavuşak karı-koca…
                         ***
               ERZURUMLU…
Medresede olsun dışarıda olsun Tillo civarında yaşayan insanlar; Molla İbrahim Hakkı’nın hâllerini konuşup gıptayla yâd ediyorlardı. İşte bir araya gelmiş gölgelenen bu Tilloluların sohbetinde yine mevzu Erzurumlu genç molla. Seslerini gizlemek için fısıltıyla konuşuyorlar. Bulundukları yer biraz kuytu… Hocasının kollarına güçsüz düşmüş Hak âşığının üstün meziyetlerini saymakla bitiremiyorlar. Düşmanları, hasetçileri küçük göstermeye ve kirletmeye çalışsa da sanki gizli bir el durmadan yıkayıp temizliyor onu… Arkadaşına bakan biri; ellerini önüne kavuşturup uzaklara daldı:
- Efendi hazretleri boşuna mı alâkadar oluyor bu Erzurumlu genç mollayla?
- Eskisi gibi okumuyormuş diyorlar.
- İnanma! Belli ki kalbini okuyor.
- Bazen şiirler söylüyormuş! Hiç duyan var mı?
- Ben duymuştum. Geçen de dağda dolaşırken görmüş, hayret etmiştim; bağıra bağıra söylüyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.