“Kaç senedir peşindeyim…” diye başlayacaktı ki!..

A -
A +
Kendisine “efendim” diye hitap ettiği bu tanıyamadığı zatın yüzüne bakamıyordu...
 
Molla İbrahim, sesin geldiği tarafa bakarak “Merhaba efendim” diye cevap verdi gayriihtiyari. Genişçe gülümseyen zat-ı muhterem; “ben o sesim…” dediği anda İbrahim Hakkı, bulunduğu yerden bir kayanın üzerine çıktı. Az önce kendisine; “efendim” diye hitap ettiği bu tanıyamadığı zatın yüzüne bakamıyordu. Utanarak ne diyeceğini bilemedi. “Kaç senedir peşindeyim…” diye başlayacaktı ki; dili mi tutuldu ne, ağzını açamadı. Kulağında o ürpertici sesi olmak üzere, sanki bulutların içine doğru yolculuk ediyormuş gibi bir hisse kapılmıştı. Tam bu arada; “şaşırdığını görüyorum mollam. Seni anlıyorum, çünkü umumiyetle insanlar kendini beğenmiş oluyorlar, talebelerle böyle rahat sohbet etmiyorlar. Ne olmuş sanki molla, müderris oldularsa! Dün onlar da talebe değil miydi? Bu insanları bir türlü anlayamıyorum" dedi hâlâ gülümseyen yüzüyle. O an konuşmaya nereden, ne diye başlayacağını, nasıl iştirak edip sohbete katılacağını beceremedi, çünkü şaşkınlığını üzerinden atamamıştı İbrahim Hakkı. Bunu fark etmiş olmalı ki, utangaç gözlerini o nurlu yüze çevirdi tekrar. Tasavvuf ve fıkıh okuduğunu, insanların meselelerini hâlledecek kitaplar yazdığını anlattı dili döndüğünce. Ve arkasından ona, insanın manen yükselmesi ile alâkalı sorduğu suale uzun ve detaylı cevaplar verdi. Karşı ses, bunları çok beğendiğini söylemiş, o da çok memnun olmuştu.
O günkü mütevâzı davranışıyla ona hayatı boyunca unutmayacağı bir şeyi öğretmişti: Makam, mevki, unvan mühim değildi, mühim olan; yaratılanı sevmekti Yaradandan ötürü. Bu dünya kimseye kalmayacaktı. Sultan ölünce giydiği kefen herkesle aynı olurdu, yaşarken ne giydiğine, ne yediğine, ne içtiğine, nerelerde, kiminle oturduğuna bakılmazdı ki...
Yeniden kulaklarında yankılandı o müşfik ses, çok hoştu, insanın ta kalbine nüfuz ediyordu. Bu hocası İsmail Fakirullah hazretlerinin sesiydi ama emin olamıyordu. Bak işte yine seslendi:
- Molla İbrahim’im! “İbrahim’im” deyince tereddüdü kalmamıştı. Eli, ayağı birbirine karıştı, kalbi küt küt atıyordu.
- Buyur Hocam! Sizsiniz tanıdım hocam!
- Tanıyacağınızdan emindim İbrahim’im! Unutmadım ki unutasın! Getirdin mi?
- Evet, boynum bükük getirdim efendim! Size layık değil ama!
- Tevazu iyidir İbrahim’im! Nedir getirdiğin?
- “Mârifetname” isminde yazdıklarımı efendim.
- Maşallah! Çok güzel. Mârifetli olduğundan, muvaffak olacağından emindim!
- Elhamdülillah efendim! Sayenizde! Himmet ve teveccühlerinizin eseri! Akli ve naklî ilimleri ihtiva ediyor.
- Erzurum Hasankaleli İbrahim Hakkı’nın marifeti.
- Estağfirullah! Sizlerin himmeti hocam.
- Başka ne getirdin?
- Çokça şiirler yazdım efendim. Hislerimi döktüm mısralara
- Şiirler; coşkulu muhabbetinin, sınırsız aşkının mısralara dökülüşü Molla İbrahim’im. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.