Buğday benizli, uzun boylu bu genç hanım da kimdi?..

A -
A +
Kapıdan girer girmez Hoca Hanımefendinin işareti üzerine bütün talebeler ayağa kalktı.
 
Bir gün tanımadıkları, ilk defa gördükleri, yaşlı, âlime biri ile nohudi ihramlı, güler yüzlü temiz yüzlü biri içeri girdi.
"Seyyide abla! Seyyide abla!!" diye bağrıştılar.
Buğday benizli, uzun ince boylu, çocuk denecek yaşta bir genç hanımefendi... Kapıdan girer girmez Hoca Hanımefendinin işareti üzerine bütün talebeler ayağa kalktı. Birisini çağırıyormuş gibi hafifçe, elini aşağı, yukarı hareket ettirerek oturttu. Tanıdık arıyormuşçasına herkesi ayrı ayrı süzdü. Bir şeyler sormak istedi. Herkes cevap vermek için can atıyordu. Rastgele bir iki talebeye Ammeyi, birkaçına Yâsîn-i şerîften ilk ve son sayfaları okuttu. Bazılarına da namazın, guslün, abdestin farzlarını sordu. Her bir talebeyi dinlerken genç hanımefendinin temiz yüzünde pembe pembe gülücükler açıyordu. Yere bakarak “memnun oldum” manasında başını salladı. Sonra gözlerini, Hoca Hanımefendinin başının üzerinde duvarda asılı duran levhaya dikti. Derin derin soluklanarak baktı... Ömründe ilk defa bir güzel yazı, hüsn-ü hat görüyormuş gibi hâli vardı. Talebelere döndü:
- Bu levhada ne yazılıdır?
Bütün çocuklar hep bir ağızdan:
- Fe sabrün cemil.
- Manasını bilen var mı?
Yine toplu hâlde:
- Sabretmek ne güzeldir.
- Berhudar olasınız çocuklar, berhudar...
Son kelimeleri boğazı düğümlenerek söyleyen küçük seyyidenin gözleri doldu. Ağlamasını kimsecikler görmesin diye mi ne, aceleyle vedalaşmadan dışarı çıktı.
Yanındakiler de kolları önde, bakışları yerde edeple yürüdüler. Talebeler ayakta, dışarı çıkanların ardı sıra merakla bakarken ne yapacaklarını bilmiyorlardı.
"Küçük seyyide hanımefendi; ‘sabretmeyi beceremeyenler rahat edemez’ diye buyuruyormuş hep..." diyorlardı.
       ***
Sözde Seyyidet abla, bu küçük medreseyi ve talebelerini çok beğenmiş "benim arkadaşlarım, canlarım" demiş!..
Bu güzel haber ulaşınca, çocuklar daha bir azimle öyle çalıştılar, öyle gayret gösterdiler ki kelimelerle anlatmak ne mümkün... Artık onların dağlar kadar kocaman, yıldızlar kadar yüksek, pek yüce ve büyük hedefleri vardı.
Bu ziyaretten sonra talebeler işi daha bir sıkı tutuyor, Hoca Hanımın bir dediğini iki etmiyor, vakitlerini boşa geçirecek her şeyden kaçınıyorlardı. Bu yaşta bu şuur, büyüklerini bile harekete geçirmiş, evlatlarından "tembel baba, miskin ana" laflarını duymamak için daha bir gayretli olmuşlardı. Herkesin, her vakit uğraşabilecekleri pek faydalı meşguliyetleri vardı.
"Yüzünüz ak olsun evlatlarım! Sizler, daha fazla sayü gayret, daha pür dikkat ederek kısa zamanda çok mesafeler katettiniz. Bu minval üzere devam ettiğimiz müddetçe yakında derslerimizi bitireceğiz inşallah. Gayret bizden, tevfik ve inayet Allahü teâlâdan..."
 
Kahve piştiği yerde,
Pişip taştığı yerde,
Güzel çirkin aranmaz,
Gönül düştüğü yerde.
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.