Maddi sıkıntılar görmese de ev imkânları çok farklıydı...

A -
A +
Dünyanın her türlü hâli vardı, hepsinden de mühimi, geçici olmasıydı...
 
Nene Hatun, geçimsiz sayılmaz, her şeyi pürdikkat hesap eder ve hiç hata yapmamağa çalışırdı. Komşu oğlu Mehmed’in gizli, aşikâre ne testlerinden geçmişti kim bilir? Hepsinden de yüzünün akıyla çıkmış olmalı ki, evinin sultanı oldu. Ailede herkesin sevgi ve muhabbetini kazanmıştı. Bu yüzden en altından kalkılmayacak işler, en gizli meseleler onun eliyle hallolunurdu. Genç gelin, geçmişinden aldığı kuvvetle, geleceğe emin adımlarla ilerliyordu. O hep hakkında hayırlı olanı istiyordu. Dünyanın her türlü hâli vardı, hepsinden de mühimi, geçici olmasıydı.
"Bugün var, yarın yok, rüya gibi... Nesine güveneceğim?" derdi. Fukaralık ve maddi sıkıntılar görmese de ev imkânları çok farklıydı. Bir ağa evinin kaptan köşkünde bulunuyordu her şeyden önce. Bu ne demekti? Çok iyi anlaması, kavraması lazımdı. Rahle-i tedrisinde bulunmakla şeref duyduğu hocası, bir gün talebelere, ilk Müslüman Türk devletlerinden birinin padişahı olan Gazneli Mahmud'un pek sevdiği “Çoban vezir” lakaplı yardımcısının hikâyesini anlatmıştı:
-Gazneli Mahmut gözü kara, edip, üstün meziyetleri olan pek adil bir hükümdardı. Allahü teâlâ gani gani rahmet eylesin. Nur içinde yatsın. Bir sonbahar günü maiyetiyle ava gider. Sultan, ormanda ağaçlar arasında otlayan semiz bir ceylan görür, onu takip ederken ani bir sis bastırır ve maiyetinden ayrı düşer. Ne kadar bağırsa, çağırsa da sesini kimselere duyuramaz. Orman içinde yalnız başına epey dolaşır. Sisler çekildikten sonra, etrafı gözetlerken uzakta ince bir dumanın tüttüğünü görür. Kendi kendine:
"Herhâlde bizimkiler orada. Beni bulamayınca ateş yaktılar ki göreyim" diye düşünerek o dumana doğru yürür. Yol olmadığından derelerden, tepelerden zorluklarla geçer, üstü başı dikenlerden, kuru dallardan yırtılır, kirlenir, perişan olur. Yorgun-argın hedeflediği yere gelince, keçeden kepeneğine bürünmüş bir çobanla karşılaşır. Selâmlaştıktan sonra çoban, hemen kepeneği çıkarır, hiç tanımadığı bu misafirin sırtına koyar. “Üşümesin” diye ateşe birkaç dal atar, harlandırır. Kuru otlardan yaptığı yumuşak köşeye oturtturur ve üzerini örter.
- Sen yorgunsun ve de pek üşümüşsün bey! Rahat ol, ısın, iyice istirahat et.
- Hak teâlâ razı olsun.
- Siz keyfinize bakın misafir kardeş! Ben yiyecek bir şeyler hazırlayayım.
- Zahmet etmesen.
- Aaa, aşk olsun! Ne zahmeti, vazifemiz...
- Ne güzel meziyetiniz var kardeşim.
- Estağfirullah! Siz olsaydınız misafirinize aynı şeyi yapmaz mıydınız?
- Bilmem! Pek emin değilim kendimden!
- Ne ekerseniz onu biçersiniz bey!
Gülerek uzaklaşan çoban, biraz sonra taze kaynatılmış süt, peynir, un helvası, kavurma, pastırma ve bir davarcık ekmek getirdi, oturup afiyetle yerken, hükümdarın adamları da uzaktan bu ateşin dumanını görünce, onlar da;
"Sultanımız bize işaret olarak yakmıştır bu ateşi..." diye düşünerek aynı yere gelirler. DEVAMI YARIN
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.