Sabahın serinliğinde evin damına çıkmıştı!..

A -
A +
Dere boyunca uzayıp giden harman yerleri baştan başa insan kaynıyordu.
 
Sultan, durumun açıklığa kavuşmasından ve saray ehline tesirli bir ders daha verilmesinden çok memnun olmuş olarak oradan ayrılırken, diğer fitneciler de başları önde, öylesine mahcup kalakalmışlardı...
- İşte kardeşlerim, anlayana bir ders! İnsan geldiği yeri, içinde bulunduğu şartları unutmamalı. Uzun söze ne hacet... Haddini bilmelidir! Şems-i Tebriz’i Hazretleri bir sohbetinde söyle buyurmuşlar: “Anladım ki insanlar; susanı korkak, görmezden geleni aptal, affetmeyi bileni çantada keklik sanıyorlar. Oysaki; biz istediğimiz kadar hayatımızdalar, göz yumduğumuz kadar dürüstler, sustuğumuz kadar insanlar.” Sözümüz anlayana…
Bu hikâye, bu misaller Nene Gelin’e pek tesir etmişti. Nefsi ne zaman başkaldırsaydı: "Unutma ayaklarındakini, sırtındakini..." diyerek onun aklını başına getiriyordu. Dedesi de sık sık: “Asil azmaz, bal kokmaz; kokarsa yağ kokar, onun da aslı ayrandır” demez miydi? “Hayat tecrübeleri insanı söyletiyor demek” dedi, pek uzaklara baktı.
Bu hususi eğitim yuvasında zaman zaman arkadaşlarıyla sohbet ederken onların da bu şekilde düşündüğüne şahid olmuştu. İhlâs ile anlatılanların nasıl tesir ettiğinin bir misali olarak hafızalara kazınmıştı.
            ***
Kurumuş çimen kokulu tayaların yanından geçip taş döşeli sokaklarında yürüdü bir müddet. Sabahın serinliğinde evin damına çıkıp dere kenarındaki Züleyhaların bahçeden sarkan söğüt dallarına asılı çamaşırlara baktı Nene. “Herkes göç kuruyor, bunlar temizlik yapıyor” dedi, dudaklarını büktü. Biri su çekiyordu kuyudan ama kim olduğu belli değildi. Bir tarafta en sevdikleri, beri tarafta hıyanet içinde olanlar. Dünya hep böyle miydi? Yoksa ona mı öyle geliyordu? “Büyük bir imtihandayız” diye söylenerek çıktığı damdan, etrafı seyredebileceği bir köşeye oturdu. Her gördüğü, ona çok şeyler hatırlatıyordu.
Bulunduğu yerden etrafı gözetlerken Nene Gelin; “Her bir yan hatıralarımla dolu. Pek alışık olduğum, sevdalandığım bu ata yadigârı yerleri, nasıl terk edip giderim?” dedi ağladı, pek eski günlerini düşündü...
Dere boyunca uzayıp giden harman yerleri baştan başa insan kaynıyordu. Tarifsiz bir korku, endişe ve telaş içinde oldukları uzaktan anlaşılıyordu. Huni biçimli sıralanmış tezek kalaklarının, devasa piramitler gibi yükselen tayaların arasına dağılmış tek tük de olsa inekler, öküzler böğürerek, koyunlar meleşerek dolanıyor, çaresiz kadınlar; üstü başı yırtık, yalınayak çocuklarını sarıp sarmalıyor, yeni yetmeler, sağa sola kaçışan hayvanlarını toplamaya çalışıyorlardı. Sırtı dönük bir komşu; denk yaparken kolları arasından kayan yüklere öfkeleniyor; kenardaki tahta beşiğine eğilen başka bir komşu kadın, çocuğunu emzirme derdinde... İçinde ne olduğu tam anlaşılmayan irili ufaklı çuvallar, çeşitli ebatta yatak balyaları, hasır, halı, kilim ruloları, üzeri örtülü kap kacaklar… Neler yoktu ki ortalıkta? Bu seyrettikleri, çaresizliğin resmi olarak hafızasına kazınıyordu Nene Gelin’in... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.