Boşa koyuyor dolmuyor, doluya dolduruyor almıyordu...

A -
A +
Aklına gelen meselelere; sağlıklı çözüm üretememesinden mi ne yerinde duramıyordu...
 
 
Çektim bu denlu firkati, bahşet ilahî vuslatı,
Yâ Rab, Habib'in hürmeti, doğru kapına gelmişem.
 
Müznib, hakir, biçareyim; babında bir avareyim,
Yâ Rab, kime yalvarayım, doğru kapına gelmişem!
 
Bedri gedayım, ben zelil, kılmış beni cürmün alil,
Rahm'i! bana sen ya Celil, doğru kapına gelmişem.
 
Kafası zonkluyordu. Boşa koyuyor dolmuyor, doluya dolduruyor almıyordu. Belli ki zor günlerden geçiyorlardı. Bu da mutlaka imtihandı. Kazanıp kaybetmek; tercihlerine bağlıydı.
Aklına gelen meselelere; sağlıklı çözüm üretememesinden mi ne yerinde duramıyor, zincirlerini kırmak isteyen çakılı bir küheylan gibi dönüp duruyordu. Başını kaldırıp katar katar uçuşan turnalara baktı. Halkının içinde bulunduğu hâle ne kadar da benziyordu. Gayriihtiyari yumruklarını sıktı.
 
Turnam gurbet ele uçma,
Ya gelinir ya gelinmez!
Her dilbere meyil verme,
Ya sevilir ya sevilmez!
 
Günleri hep hüzünlü geçiyordu… Adını koyamadığı bir ruh hâlinde, büyük bir boşlukta, kurumuş gazel gibi rüzgârla sağa sola savruluyordu Osman Bedreddin. Palandöken’in en tepesinden yuvarlanarak, Abdurrahman Gazi’ye gelmiş gibi, kalbi de bedeni de şerha şerhaydı. Pek umutsuz ve huzursuzdu da…
"Bir kocaman hedefim olmalı, beni hayata bağlayan bir ulvi maksadım, bütün günümü, ömrümü dolduracak hayırlı bir meşguliyetim olmalı” diyordu, her sabah uyandığında. Nakarat gibi birbirini takip eden, birbirinin aynı günler ne zamana kadar devam edecekti? O, aslında ebedî saadete götürmeyecek hiçbir şey istemiyordu. Bütün arzusu; vatana, millete, dine, devlete dolu dolu hizmet etmek, faydalı olmaktı. Başta canı, ne var, ne yok, sahip olduğu her şeyi, bu uğurda vermeye hazırdı. Sadece yemek, içmek ve uyumakla geçip giden bir ömre de talip değildi. Kendini mesuliyetsiz biri, işe yaramaz bir eşya, bir köşede unutulmuş âtıl bir makine gibi, ya da süs eşyası olarak görünmek istemiyordu.
 
Yüğrüktür bizim atımız,
Yardan atlattı zatımız,
Gurbet ilde kıymatımız,
Ya bilinir ya bilinmez!
 
Anlattıklarına göre; doğduğunda nasıl da sevinmişlerdi kıymetli anacığı, pek muhterem babacığı, “güzeller güzeli bir oğlumuz oldu” demiş, iki akîka birden kesmişlerdi… Kara kaşlı, kara gözlü, pembe yanaklı, akıllı, uslu başlamıştı hayata Osman Bedreddin. Küçük yaşta hafız olmuş, ne güzel de ilim tahsil etmişti. Ama bir süre sonra bu huzur ve saadet yerini endişeye, hüzne, acabalara bırakacaktı adım adım.
Çocukluğunu, gençliğini, bütün hayatını yaşayacak yerlerde; ufak tefek kıpırdamalar başlamıştı. Gidişat iyiye doğru olmuyordu. Memleketin üzerine kopacak fırtınaların kara bulutları, ufuktan uç göstermişti bile.
 
Bahçemizde nar ağacı,
Kimi tatlı kimi acı,
Gönüldeki dert ilacı,
Ya bulunur ya bulunmaz!
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.