Suyu hoş, hevâsı, kışı mutedil, İrem'den nişândır Hasan Kal’ası

A -
A +
Hasankale’ye doğru yola çıkarken Erzurum ovası baştan başa sisler altındaydı...    
Zaman onun için pek de iyi geçmeyecek, onu sağlıklı besleyip büyütmeyecekti yani. Kafası ilme yatkın olmasına rağmen o kaslarını kuvvetlendirmeyi de hesaba katacaktı bir müddet sonra. Hep düşünceliydi; fazla konuşamıyor, dışarı çıkmıyor, çıksa da tenhalarda dolaşıyor, ailesinin ilk sevincinin devamını getiremiyordu. Hep okuyor, düşmanları tanımanın yollarını da öğreniyordu. Düne kadar dostça yaşadıklarına kim ne demişti de delirmişlerdi. Her geçen gün hayatları daha da zorlaşıyordu. Kendisi henüz, işin vahametini anlamıyordu ama konuşulanlardan dolayı çok üzgün ve şaşkındı. Deryalarda olur bahri,Doldur ver içem zehri,Turnam, gurbet elin kahrı,Ya çekilir ya çekilmez! Bugün Hasankale’ye doğru yola çıkarken Erzurum ovası baştan başa sisler altındaydı. Dumanlar içinde hayal meyal görünen kalenin kulesinden dolayı olsa gerek, aklına Hasankale geldi. İlk gittiklerinde şehir aynen böyle görünüyordu. Masal âlemindeymiş gibiydi o gün. “Hasankale, Yukarı Pasin, Pasinler, Kala” kelimeleri dudaklarında pelesenk olmuştu. Bir seferinde aylarca misafir kaldığı bu şirin Anadolu toprağı ne güzel yerdi, ne hoş muhabbetli ahalisi vardı; cömert, çalışkan, dürüst, namuslu, dindar ve pek vatanperverdiler... Erzurum vilayetinin en gelişmiş kazasıydı. Aras Nehri’nin suladığı verimli ovası bereket fışkırıyordu. Beylerin, paşaların, bütün Erzurum halkının tatil yaptığı en gözde mesire yerlerinden biriydi hiç şüphesiz. Mübârek mekândır Hasan Kal’ası,Kamu zevke kândır Hasan Kal’ası,Suyu hoş, hevâsı, kışı mutedil,İrem'den nişândır Hasan Kal’ası... “Hey gidi hey!” dedi… Aşılması zor görünen yüksek surlar, taş döşeli sokaklar, irili ufaklı dükkânlar, tek katlı evler, işlemeli konaklar, bahçeler, uzayıp giden deniz misali tarlalar, tarlalar… Ve halkının vazgeçilmezi, aşina ve alışık olduğu ılıcalar, kaplıcalar, daha neler neler? Önceden ehemmiyet vermediği, hatta bazen çok tabii bulduğu hâl ve hareketleri, karda, kışta sabah akşam arşınladığı yollar, yaşadığı tipi boranlı havalar ve Hızır aleyhisselâmın kırbasından su içip yardım alması aklına geldi gülümsedi gayriihtiyari. Hele, Bevelkâsım köyüne ilk gidişi, tam bir destandı. Taa Buhara’dan kendisi için çıkıp gelen Seyyid Ahmed Merâmi hocasıyla göz göze gelişini, “Hafız Osman” diye hitap edişini, şaşkınlığını “Allah adamları işte böyle olur. Onlar kalplerin casusudur” deyişini, hiç ama hiç unutamıyordu. Cemaatin çakmak çakmak gözlerle kendine bakışlarını, hayranlık duymalarını da... Oralar, o günler onun için bambaşkaydı, anlaşılması zor, bir daha yaşanması imkânsız gibiydi. Ama mukaddes maksadı olanlar için ise her şey kolaylaşıyor, başka bir kıymet kazanıyordu. Öyle de oldu. Yollarda, sokaklarda “Allah Allah” diye yürürken, tabiatı incelerken kaç defa kaç harikulâde hadiseye şahit olmuştu? DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.