O gün Mehmet ile helâllik dileyerek, vedâlaştılar...

A -
A +
Hafız Osman Bedreddin, çocukluğunda başından geçen hadiseyi yeniden yaşadı...   
Köy, sabahki gibi değildi. Tarladan, çayırdan dönenlerle epey canlanmıştı. Hâlâ da gelmeler devam ediyordu. Güneş kalın bulutlar altında kaybolmuş, hava paslı demir rengini almıştı. Ağlamaya hazırlanan, içi yaş dolu dargın ve soluk bir göz gibiydi. Etrafına bakıyordu Osman Efendi. Sabahki tatlı hâlini korkunç bir fırtınaya çeviren günü kimseye anlatmak istemiyordu. Arkadaşıyla konuşup yaşadıklarını sır olarak saklamaları lazım geldiğini söyleyecekti ki Mehmet, ani bir hareketle döndü: - Bak seyyidim, sana hürmetim çok! Bugünkü yaşadıklarımızı kimseciklere anlatmayalım. Tamam mı? - Sakın ha… Ben de onu diyecektim! Millet bize güler! - Gülmekten ziyade, bizi başka yerlere bir daha bırakmazlar! Aha şuracıktaki masum Kuzu göllerine bile gidemeyiz! - Gelen kim ki? Bir daha... Tövbe tövbe... - !!! O gün Mehmet ile helâllik dileyerek, vedâlaştılar. Vedalaştılar ama gülmeden de duramıyorlardı. Osman Bedreddin ile  Mehmet Abdullah her karşılaşmada o güne atıfta bulunup güleceklerdi bundan sonra da… Yol boyunca boğulmak üzere olan arkadaşının korkunç hayaliyle daldığı rüyasız ve yürüyen uykusundan uyanmadan, bir ölüm haberinin ailede neler yapabileceğini ve sonunun ne olabileceğini düşünerek; dar tahta kapının aralığından bir gölge gibi süzüldü. Başını eğerek ve korkak bir dikkatle hızlı hızlı içeri geçerken, bu sessiz sedasız sağ salim eve dönüşünü, ürkek bir kuzunun acele edişine benzetti, elinde olmadan… Kim bilebilirdi o hadisenin yaşandığı yerden, birkaç sene sonra bütün Çeperli köyü halkıyla birlikte geçeceklerini?                          ***          GAFİL AVLANMADILAREmrah eder can bülbülüm kafeste,Benim arzuhâlim bildirin dosta.Kendim gurbet elde gönlüm sılada,Gitmiyor kervanım kış mıdır nedir?   Hafız Osman Bedreddin, çocukluğunda bu yerde başından geçen hadiseyi yeniden yaşadı bütün canlılığıyla. Serin havayı, derin derin soludu. İçinden bir “ah!” çekti. Narin boynunun üstünde bir büyük bal kabağı gibi duran kafasını “acaba ne yapsam, ne etsem” manasında sağa sola çevirdi. Beyaz sarığının iki karış uzantısını arkaya itti. Ağlamaktan mı, yoksa taze aldığı abdestten mi ne ıslak gözlerini ovuşturdu.  Asker olmadığı hâlde, hep askerce düşünürdü. Birkaç bin silahşoru, yeteri kadar topu, tüfeği olsaydı, bir gece içinde şu eşkıya sürüsünü memleketten temizlemek işten bile değildi. Kuvveti olsaydı, düşündüklerini ve elinden geleni yapardı. Neylersin ki, şartlar da, imkânlar da bu kadardı. Bundan sonra işleri pek zordu. Mücadeleyi bırakmaya ise hiç niyeti yoktu... Dolunaya baktı, salevat-ı şerife getirdi, esmer, zayıf yüzü al al oldu. “Millet, hayvanat yeteri kadar istirahat etti. Bir ezan okuyayım bari...” dedi. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.