Küçücük penceresinden kocaman dünyayı görmeye çalışıyordu...

A -
A +
 
 
Kara kara düşüncelerde iken ortalığı velveleye vererek uçuşan karakargalara takıldı gözleri.
 
Onunla yeniden çocuk olmayı anlayan, bir minik bebeğin gözüyle dünyayı yeniden görebilen, hasta olduğunda eli ayağı birbirine karışan, güldüğünde gülen, ağladığında ağlayan, o rahat ettiğinde bütün dünyaları onun olan bir ana oldu o…
Ana olmuştu o, her ana kadar müşfik, her ana kadar huzur dolu, gözlerindeki bir pırıltıya bütün dünyayı yakacak, varını yoğunu ona harcayacak, iyi bir tahsil alması için uğraşacak, iyi, vicdanlı, merhametli, adil, dinini, îmânını bilen, vatanını milletini seven bir insan olması için çabalayacak bir ana…
Ana oldu o, ama sıradan bir ana değil. Ana olmak için doğurması lazım geldiği kadar, onu sağlıklı büyütebilmeyi de hesaba katan bir ana... 
Ciğerparesini canından daha çok sevebileceği gibi, onun istikbalini de düşünmesi lazım gelen bir ana olmak istiyordu.
Biliyordu ki aynı şartlarda, aynı sıkıntıları yaşayan analar da kendilerine sağlam bir örnek arıyorlardı. Bu niçin kendisi olmayaydı ki? Onu görenler; aradıkları şeyleri burada bulacaklardı. Belki içlerine bir ışık doğacak, o nur kendilerini ve etrafını aydınlatacak, yol gösterecek, çaresizlere çare olacaktı. Tek başına bir taze gelinin, ihtiyarları olan bir ailenin yaşadıklarından kuvvet alacaklar, ümitsizce durdukları yerden kalkıp ümitvar bir yola koyulacaklardı.
"Biraz dertli, biraz kederliyim! Aslında dert ‘biraz’ değil, çook! Bakmayın mertçe konuşmalarıma, nefsime ağır geliyor bu hayat. Ben hep iyileşmez yaraların kurtlanmasından korkan biçâreyim. Hep diken üstündeyim. Elimde olmadan hayata küskün,  Mehmet Abdullah’ım için, bebeğim için, ihtiyarlarımız için, aziz milletim için, bu soğuk gecelerde böyle nöbetteyim!” diyordu o lisan-ı hâl ile herkese…
                                   ***
    KARA GÜNLERDE KARAKARGALARLA
Hep birer birer eriyoruz.
Can üstüne can veriyoruz,
Ak üste kara bağlıyoruz,
Sayıp dur sen günleri ayı,
Ne demişler besle kargayı…
Küçücük penceresinden kocaman dünyayı görmeye çalışıyordu Nene. Kara kara düşüncelerde iken ortalığı velveleye vererek uçuşan karakargalara takıldı gözleri. Bunlar da can sıkıntısını iyice artırıyordu. Bir onlara, bir görebildiği kadar uzaklara baktı. “Kara gün, karakarga, kara toprak, kara doymayan dağlar ve tepeler...” dedi, kendi kendine söylenmeye başladı. Zaten ne zamandır böyle oluyordu. Taşlarla konuşuyor, yollarla sohbet ediyor, ağaçlarla dertleşiyor, uçan kuşlarla selâm gönderiyordu erine.
İşte bugün de nasipte karakargalar vardı, bir onlarla konuşmamıştı. Karga sürüsünün, hayvan leşi yağmalamasına, sıçanları neyse de yeni yumurtadan çıkmış civcivleri alıp kaçırmalarına kızanlar, lanet okuyanlar “vahşice” diyenler çoktu, ancak onları ifade etmekte “kötü” ifadesini kullanmayı, lanetlemeyi de yakışıksız buluyordu Nene. 
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.