"Sana bir şey olmasın diye kendini siper etti kız!.."

A -
A +
Harp meydanının hanım kahramanı göz pınarlarından akan yaşa mâni olamıyordu.
 
Nene Hatun, bütün kuvvetiyle bu cansız bedene ulaşmak istese de komşu Saime kadının kuvvetli pençelerinden kendini kurtaramadı. Dizleri üzerine bulunduğu yere yığıldı. Arkadan gelen diğer kadınlar bu yerde yatan cansız bedene doğru koşuyorlardı hâlâ. Herkes “tanıdık biri mi” diye merak ediyordu.
Nene, yorgun gözlerle etrafına bakınırken, kuytu bir köşede birini gördü. “Bu Züleyha olmasın! Evet, evet o! Benimle hesabı olan tek tanıdığım!” dedi, daha bir dikkat kesildi. Züleyha, göründüğünü tahmin etmemiş olmalı ki elindeki mavzeri, bir taştan destek alacak şekilde yerleştirdi, kendine nişan almaya çalışıyordu. Nene ne yapmalıydı? Tedbir almaya çalışırken nereden, nasıl geldiği belli olmayan bir ses, avazı çıktığı kadar; “yere yat, yere yat” diye bağırdı!
- Duuur!.. Gitmeee!..
- !!!
Bütün gözler, çığlık çığlığa yankılanan sesin geldiği tarafa çevrildi.
- Canını boşu boşuna verme Nene! Akıllı ol Neneee!
- !!!
Bu ses o kadar müthiş, o kadar gür, o kadar yanıktı ki…
Tam bu arada “güm!” diye tek bir mavzer sesi duyuldu. Nene’nin yanındaki köyden arkadaşı Saime, pat diye yere düştü.
- Allah belanızı versin! Ne istediniz bu masumdan? Vah! Vah! dedi, olduğu yerden bir ok gibi fırladı Nene.
Herkesin nefesi tutulmuştu. Dadaşların şaşkın bakışları arasında, bu hanım mücahid, uçar gibi koşuyordu. Tabyaların dibinde, mermi sağanağı altında daha fazla ilerleyemedi. Katil Ermeni kızı Zulal, kaşla göz arasında kayıplara karışmıştı. Bu kaçıncı tuzağıydı? Nene’den ne istiyordu? Aslında onun şahsında, Müslüman Türk milletine duyulan kin, nefret yatıyordu. Güya Nene’ye zarar verdiğinde bütün Türk milletine zarar vermiş olacak ve aklınca da intikam alacaktı.
Durmadı. Yerde cansız yatan köyden arkadaşı Saime’ye yetişti. Öyle bir tutuş tuttu ki… Tabyalardan yağmur gibi atılan mermilere ve taşlara aldırmadan şehidi kaldırdığı gibi bir hamlede dereye indirdi. Bu arada yetişen diğer arkadaşlarının yardımıyla tehlikeden uzak bir sahaya taşıdılar. Nene Hatun, canlıymış gibi uzanmış yatan sevgili arkadaşının yüzüne şefkatle baktı. Çöktü, şehidin parçalanmış başını kucağına aldı. Titreyen eliyle kanlarını sildi. Yüzü, masum bir çocuk gibi gülümsüyordu.
“Yüzün ak olsun yiğit bacım! Şehitlik rütbesine bizden önce kavuştun… Mübârek olsun… Mübârek olsun” dedi, ağladı! Nene değil, herkes ağlıyordu; kimi gençliğine, kimi sevdiceğine kavuşamadığına, kimi de şehid olamadığına ağlıyordu. Harp meydanının hanım kahramanı, çaresizdi o da göz pınarlarından akan yaşa mâni olamıyordu. Kadınlardan biri ağlayarak:
- Komşum nasıldı? Haydi söyle, gördün mü yiğit bacımın fedakârlığını?
- !!!
- Sana bir şey olmasın diye kendini siper etti kız!
- !!!
Nene Hatun, sesini çıkaramadı. Orada gördüğü harika hâller onu dondurmuştu. Olduğu yerde öyle suçlu gibi kaldı. Sanki dili tutulmuştu.
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.