Kafasına koyduğu bir iş için annesinden müsaade istedi

A -
A +
Babacığı henüz dönmemişti. Alışıktılar bu duruma. Zaten erken geldiği de nadirdi.
 
Henüz tomurcuğa durmuş otlarla kaplı yerler, tavuk ve horozlarla doluydu. Böcek, sinek, ne bulurlarsa onları toplamakla meşguller. Çimenlerde oturan çocuklarla şakalaşarak yol aldı. İlkbaharın yeşil hâkimiyeti bütün mahalleyi sarmıştı.
Ayaklarına sözü geçmese de o bir şey yokmuş gibi zorluyordu. “Hastalıktan yeni kalktığımdan dolayı” deyip hızlanırken serin bir yel yüzünü okşayarak içini serinletti. “Oh” çekerek derin derin soludu mis gibi temiz havayı. Yol boyunca annesini, babasını, kardeşlerini düşünüp tabiatı seyrederek yaptığı bu kısa yolculuk nasıl da çabuk bitivermişti.
 
Evde, mektepte; “Bana taş attılar, az daha kafam yarılacaktı” demeyecekti. Eğer böyle bir şey ima edecek olursa onu tek başına bırakmaz, aile hepten tedirgin olurdu. Çeşitli düşünce ve hayallerle geldiği evlerinin açık kapısı önünde anneciğini kardeşlerini onu beklerken gördü. Nasıl da özlemişlerdi kısa zamanda birbirlerini. Muhabbetle sarıldı bütün aile kucaklaştı, sevgi yumağı oluşturdular. Bu küçük gurbetçi ailenin ne büyük sermayesi varmış meğer. Ufak bir dokunuş bütün keder ve üzüntüleri alıp götürmüştü.
             ***
Babacığı henüz dönmemişti. Alışıktılar bu duruma. Zaten erken geldiği de nadirdi. İş bulduğunda ne zaman biteceği belli olmuyordu çünkü. Bazen geç saatlere kadar sürdüğü, sabahladığı da oluyordu. Ali, kitap poşetini bir kenara koydu, yenecek bir şeyler aradı, görünürlerde hiçbir şey yoktu. Annesi üzülmesin diye de aç olduğunu söylemedi. Günlerdir kafasına koyduğu bir iş için müsaade istedi:
- Anneciğim okuldan gelirken arkadaşlarla buluşmayı kararlaştırmıştık, müsaadenizi istiyorum.
- Ama evladım daha yeni geldin.
- Fazla bekletmem anne.
- Gözümüzü yollarda bırakma Ali’m.
- Yok yok! Meraklanma anneciğim. Arkadaşlar beni bekliyor; iyice tanışayım, ömrümüzün geçeceği yerde kim dost, kim nicedir bir öğreneyim.
- Sen bilirsin oğlum! Şehir yeri ne bileyim, dikkatli ol oğul. Büyük yerin canavarı da büyük olur derlerdi.
- Peki anneciğim. Dikkatli olurum.
- Bir şey de yemedin oğlum. Baban gelirken boş gelmez o zaman hep birlikte otururuz sofraya.
- Zaten aç değilim. İşte bu daha iyi olur anne. Hadi Allah’a ısmarladık.
- Güle güle Ali’m, güle güle…
Ne yapıp ediyorsa bir türlü yerinde duramıyor, oradan oraya, sokakları arşınlıyor, geziyor, yol kenarlarında kendiliğinden bitmiş eriklerden topluyor, rast geldiği sınıf arkadaşlarıyla ayaküstü sohbet ediyor, yalnız kalınca yakınından geçen taksileri tek tek saymaya çalışıyordu ama ardı arkası kesilmiyordu ki... Köyde olsaydı; “bir, iki, üç…” deyince son noktayı koyardı. “Köyle şehir arasındaki en büyük fark bu” dedi, yürüdü. Devasa mavi kubbenin altında kendini karınca gibi hissediyordu...
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.