"Zahmetsiz, rahmet olmuyor Nuri Hocam..."

A -
A +
"Evet, yeni gelen Ali isminde bir talebem var, hem simitçilik yaptığını duymuştum."
 
 
Abdullah Hoca:
- Ne zahmeti Nuri Bey? Herkes sınıflarında bu örnek hareketi anlatsın istiyorum. Bizim vazifemiz iyi insan yetiştirmek değil mi? İşte yaşanmış, canlı malzeme. Hem senin taleben de olabilirmiş o çocuk.
- Evet, yeni gelen Ali isminde bir talebem var, hem simitçilik yaptığını duymuştum. 
- Köyden de yeni gelmişler.
- Büyük bir ihtimalle odur. Çok mahir ve oldukça da zeki. Her konuşması insanı sarsıyor. Karşımda "kara kuru,  çelimsiz birinden mi çıkıyor bu sözler" demeden edemiyorum. Okula gelmiştir, buraya çağıralım, görünce zaten tanırsınız. Ben de anlatılanları, asıl kaynağından, Abdullah Hocamdan dinlemiş olurum.
- Peki anlatayım!
- Zahmet olacak ama hocam.
- Zahmetsiz, rahmet olmuyor Nuri Hocam.
- Rahmet dediniz de aklıma geldi. Çocuğa bir de “Rahmet” lakabı takmışlar.
- Başka şekilde incitmesinler de… Neyse bu kaçıncısı saymadım ama her gördüğüme anlattım neredeyse.
- Demek çok tesir etmiş.
- Hem nasıl? Geçtiğimiz Cuma günüydü; Fatih Karagümrük’te oturan eski bir arkadaşımı ziyaret için Arnavutköy Belediyesi otobüsüne bindim. Hava oldukça sıcaktı. Kapı pencereler açık gelen boş bulduğu bir yere oturuyordu. Ben de kapıya yakın bir yere oturdum. Saatime baktım, daha vakit vardı kalkmasına. Yer kapmak için erken binerdim hep. Öylesine sağıma soluma bakınıyordum. Uzaktan fırının camekânındaki kızarmış simitleri gördüm. Nasıl da canım çekti. Kalkıp gideceğim simit almaya, cesaret edemiyorum, gelene kadar yerimi kaptırmak istemiyordum, vazgeçtim. Ta Fatih’e kadar ayakta gitmeye gönlüm razı değildi. Herkes de benim gibi düşünüyor olmalıydı ki, sıcaktan bunalmışlığımıza rağmen kimse yerini terk etmiyor, öylesine otobüsün kalkmasını bekliyorduk. Biraz da acıkmıştım. "Gittiğim yerde karnımı doyururum” diye düşünürken, bir simitçi çocuk, “Köy simitleri, taze simit… Çıtır çıtır!” diyerek içeri girmez mi? Onunla birlikte nefis susam kokusu da tabii… Tahminime göre on bir, on iki yaşlarında, üstü başı pejmürde, elinde kendisinin yarı boyunda simit sepeti… Durmadan; "Simit… çıtır çıtır… Köy simidi… İsteyen var mı?" diye soruyordu. Ben de ayağıma gelen ve oldukça da canımın çektiği bu fırsatı kaçırmadım: "Ver bir tane lakin ‘köy simidi’ de nasıl oluyormuş?" diye sordum şakacıktan, çocuk güldü. Ne cevap verse iyi: “Efendim baktım herkes bir şeyler satıyor, diğerlerinden ayırmak için de bir sıfat ilave etmişler. Mesela; ‘köy tavuğu, köy yumurtası, köy ekmeği’ gibi ben de simitlerime ‘KÖY SİMİDİ’ ismini yakıştırdım. 
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.