Günün sonunda karşısına kocaman bir dağ çıkmış!..

A -
A +
Talebe: “Hocamdan hiç lüzumsuz bir şey duymadım, bunda da bana vereceği bir ders olmalı!" 
 
Nuri öğretmen:
-Çocuklar, mevzu biraz uzayabilir isterseniz başka zaman devam edelim.
-Hayır öğretmenim! İyice meraklandık, bitirelim, teneffüse de çıkmıyoruz.
-Demek merak ediyorsunuz neticeyi.
-Evet…
-Ertesi günü güneş ufuktan yükselmeden yola koyulup denilen istikamete doğru yürüyen talebe, bir günlük yoldan sonra karşısına kocaman bir dağ çıkmış. Bu koca dağı görünce şaşırmış tabii. Kendi kendine söylenmeye başlamış: “Bu da hiç yenir mi?” Öbür taraftan da, “Hocamdan hiç lüzumsuz bir şey duymadım, yanlış bir davranış görmedim, ‘ye’ dediyse bunda bana öğreteceği bir ders vardır” deyip kendine kuvvet vermiş, yemek niyetiyle dağa doğru yürümüş. Onu yemeye kararlıymış ama dağa yaklaştıkça dağ küçülüyormuş. Tam yaklaştığı zaman koca dağ bir lokmaya dönüşmüş. Onu tutup ağzına atmış, yemiş talebe… Aman Allahım bu ne tat, ne tat. Baldan tatlı, lezzetli yemeklerden daha lezzetli bir nefis lokmaymış. Allahü teâlâya hamdetmiş, şükretmiş defalarca. “Nefsime yenilseydim bu tatlı şeyden mahrum kalacaktım” demiş, diğer nasihatleri yerine getirmek için yoluna devam etmiş. Bu sefer de karşısına; suları gümüş bir ayna gibi olan havuz, üzerinde de güneşte yıldır yıldır parıldayan altından bir tas çıkmış. Kendi kendine şöyle demiş: “Hocam bunu da bastırıp saklamamı emretmişti.” Başlamış tası havuzun dibine indirmeye. Bastırıp bırakınca; “foşt” diye tekrar havuzun üzerine çıkıyormuş tas. Ne yaptıysa gömememiş. Kendi kendine; “Ben emredileni yaptım.” diyerek öyle bırakıp yoluna devam etmiş. Bu sefer karşısına bir kuş çıkmış. Peşinden bir şahin onu kovalıyormuş. Kuş, dile gelip: “Ey Allah’ın sevgili kulu, beni sakla. Bana yardım et” demiş. Bunu duyan talebe, hemen onu alıp koynuna saklamış. Saklamış ama peşindeki şahin de kanat çırpıp önüne dikilivermiş: “Ey Allah’ın sevgili kulu, ben kaç gündür açım. Ne zamandan beri de bu kuşun peşindeyim. Onu yakalayıp karnımı doyurmak istiyorum. Kısmetime mâni olma” deyince, talebe iki arada bir derede kalmış. Bu acayip işin içinden nasıl çıkacağını düşünürken hocasının sözü aklına gelmiş: “Üçüncünün dileğini yapmam emri verildi, yaptım. Dördüncüyü üzmemem emredildi. Öyle bir iş yapmalıyım ki hem bu şahin üzülmesin, hem kuş kurtulsun, hocamın da arzusu yerine gelsin” demiş, el çabukluğuyla kendi baldırından bir parça et kesip şahine atmış; o da kapıp kaçmış tabii. Şahin uzaklaşınca da tuttuğu kuşu salmış. Bundan sonra, yürüyüp gitmiş son hedefine doğru. Bu arada iğrenç kokan bir leş görmüş. Onu da olduğu gibi bırakıp bütün kuvvetiyle geri dönüp kaçmış. Yaptıkları, gördükleriyle geri dönüp hocasının huzuruna çıkınca; hocası ona hiç konuşturmadan şu izahatları yapmış: “Birinci görüp yediğin öfkedir evlat. Önce koca bir dağ gibi görülür insana; sabredip kızgınlığını, öfkeni alt edersen, neticesi baldan tatlı olur, tadını her daim hissedersin. İkincisi amelindir. Ne kadar saklarsan sakla; yine meydana çıkar. İyiyse iyi olarak, kötüyse kötü olarak. Üçüncüsü, sana bırakılan bir emanettir, ona hıyanet etme. Dördüncüsü şudur: Bir insanın sana bir dileği ulaşırsa, onu yerine getir; isterse sana lâzım olan bir şey olsun. Beşincisi gıybettir. İnsanların gıybetini edenlerden kaç. Aslandan, yılandan kaçar gibi kaç. Şüphesiz her şeyi bilen Allahü teâlâdır… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.