Nuri öğretmen, ferasetiyle kimin ne yaptığını biliyordu

A -
A +
    "Yılmaz, evladım tahtayı silmeye çıkmışsın belli. İyice temizle ve şu söylediklerimi büyük harflerle yaz!"  
  Ali, duvar üzerinde olup bitenlere bir mana verememişti. İçinde bir kötülük yoktu ki kötü niyetli olabileceğini hesaba katsaydı. “Yılmaz’ın işidir” deyip geçse de bir türlü yakıştıramıyordu. Hem ne diye, niçindi? Tam anlamamış, kaldığı yerden yoluna devam edip okuluna vaktinde gitmişti. Arkadaşları da bu mevzuyu ne sınıfta ne başka bir yerde hiç açmadılar, kimseye de bir şey söylemediler.
 Yılmaz, yine tahtada… Renkli tebeşirlerle bir şeyler çiziyordu. Ona göre talebelerin hepsinin bir lakabı vardı. Onları çizecek keyifle gülecek, güldürecekti sınıfı. Bu hislerle kara tahtaya yeşil tebeşirle bir kertenkele çizdi. Dönüp sınıfa: - Bu kime benziyor? Dedi, arkadaşlarının tepkisini beklerken sınıf başkanı Çağrı, biraz imalı, bir de ders vermek için mi ne beklediğinin aksine cevapladı: - Kime benzeyecek? Elbette sana, dedi. Sınıf kahkahalarla gülünce pek bozuldu. - Neresi bana benziyor? - Sen daha iyi bilirsin Yılmaz! Malum kertenkele duvarların üzerinde gezmesini sever!..  Yılmaz, verilmek istenen mesajı almış olmalı ki cevap vermedi. Bu sefer de kahverengi tebeşirle bir merkep resmi çizdi. - Peki bu kime benzedi? Diye sorunca Çağrı yine hiç beklemeden: - Sana, cevabını yapıştırdı. Yine sınıf kahkahaya boğulmuştu ki Nuri öğretmen içeri girdi. Sesler, “tık” diye kesiliverdi. Herkes ayağa kalktı. Yılmaz, kara tahta başında mosmor suratıyla kalakaldı.  Nuri öğretmenin feraseti, tecrübeleri kimin ne yaptığını bilmesine kâfiydi. Yılmaz’ın elinde tebeşir ve silgiyi görünce hiçbir şey yokmuş gibi davrandı; onu da kırmak, incitmek, arkadaşlarının karşısında rezil rüsva etmek hiç istemiyordu. Bu gibi çocuksu hislerin gelip geçici olduğunu, iyi, doğru müdahaleye hayra, faydaya dönüşüp ailesine, milletine, vatanına faydalı birer fert olarak hizmet edebileceğine pek âlâ inanıyordu. O işlerin vakti, saati vardı. Anlatacakları, onu reddetmeyen muamelesi, ileride meyvelerini mutlaka verecekti. Her yaptığı işi gönülden, isteyerek, bilerek yapıyordu. Hislerle hareket etmek bir muallime yakışmazdı, kendine hiç… - Yılmaz, evladım tahtayı silmeye çıkmışsın belli. O zaman iyice temizle ve şu söylediklerimi büyük harflerle yaz. - Peki öğretmenim. -  Yaz bakalım: “EN İYİ ARKADAŞIM!” bir de “YANKILANAN SENİN SESİNDİR…” Çok güzel oldu, maşallah. Yazını da geliştirmişsin; okunaklı, düzgün. Teşekkür ederim Yılmaz. Sen yerine geç bakalım.  Çocuklar, “İnsanoğlu, noksan oğlu” derlerdi ecdadımız. Mevlâna Hazretleri de şöyle buyurmuşlar:
Yüzde ısrar etme, doksan da olur.
İnsan dediğinde noksan da olur.
Sakın büyüklenme, elde neler var…
Bir ben varım deme, yoksan da olur.
Hatasız dost arayan dosttan da olur.
Haddini bilmeyenler posttan da olur! Son mısrayı haddim olmayarak kendim uydurdum çocuklar. Gönül dostu Mevlâna’mızın engin hoşgörüsüne sığınarak ilave ettim. Elbette bir sebebi var. Yeri gelince anlarsınız. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.