Mahcup gözlerle Yılmaz’ın oturduğu sıraya bakıyordu

A -
A +
Zil çalar çalmaz bir uğultu, bir koşuşturma oldu. Ali, sanki sınıfta değil, kendi âlemindeydi. 
 
Nuri öğretmen:
-İdeal insanda acı ve zayıflık çabuk geçer çocuklar. “Denize vardığında, akarsuyu düşünme” diyor âlimlerimiz. Her şeyin bir sahibi var ve o bize merhamet ediyor, işte bunu bilmenin kudretidir Hak teâlâya teslimiyet. Bir gül gibi, sadece zamanı geldiğinde yapraklarını açar hayat. Her durumu kontrol edemediğimizi, her savaşı kazanamadığımızı fark ettiğimizde tevekkül ve teslimiyet sökün eder. Dalganın aktığı yönde akmak her yerde, her daim kolaydır. 
Çocuklar şimdi anlamazsanız da yeri ve zamanı gelince, “bizim bir Nuri öğretmenimiz vardı” der, hatırlarsınız ne demek istediğimi…
           ***
Zil çalar çalmaz bir uğultu, bir koşuşturma oldu. Ali, sanki sınıfta değil, kendi âlemindeydi. Hep her zamanki durduğu yerden bakıyordu mahcup gözlerle Yılmaz’ın oturduğu sıraya... Ellerini önde hürmetle bağlamış, başı hafif eğik mahzunca... Acı, elem verecek şeylerden kurtulmak istiyordu artık. Başını kaldırmadan ellerini açıp uzatıyor... Acaba; “O da ona kollarını açıp uzatacak mıydı?” Aksini düşünmek dahi istemiyordu bile. Gözlerini sıkı sıkıya kapatmıştı terslikleri görmemek için. “Yılmaz kardeşim seni sımsıkı kucaklıyorum bütün kalbimle” dedi, herhangi cevap gelmedi ama kalbinin atışını hissedebiliyordu “küt küt” diye... Sonra yine devam etti: “Seni sınıf arkadaşım, kardeşim olarak seviyorum…” Fısıltıyla dahi olsa söylediklerine cevap alamayınca gözlerini açıp sınıfa baktı Ali, ortalıkta kimsecikleri göremedi. Bunlar ne çabuk terk etmişlerdi de haberi olmamıştı. Biri görseydi: “Bu çocuk kafayı sıyırmış…” derler, ne gülerlerdi. “İyi ki yoklar” dedi, pencereye geçti. Bahçe, cıvıl cıvı çocuklarla doluydu. Bakıp doyumsuz bir seyre dalıyor bu sefer de... Bu işin sonu gelmeyecekti galiba.
Hiç bitmese zaman, bitmese bu rüya…
Dersi, Yılmaz’ı tam anlayamamak fena şekilde içini acıtmıştı. Elinde olmadan yüz hatlarının gerildiğini hissetti... Sınıfa bakarken her zaman gülümseyen gözler, öfkeden ateşe çalıyordu bu sefer de... Aslında yüreğinde çıkan yangının gözlerine yansımasıydı bu. “Niçin” diyebildi kızgın, bir o kadar da masum bir sesle…
Hiç cevap veremedi içindeki ses... Gözlerini sabitledi ayak uçlarına, ne zaman suçluluk hissetse yaptığı gibi... Suskunluğu daha da öfkelendirdi Ali’yi. Aynı hırsla “Niçin niçin?” dedi, yumruklarını sıktı. Kendi hareketine yine kendi irkildi. Birleri görseydi ne diyeceğini bilemezdi, niçini yok, çünküsü yoktu... Tek başına efelenip öfkelenmesi gülümsemesine sebep oldu. “Peki” dedi, alaycı ifadeyle, bir şeyler söyleyecek gibi oldu yutkundu, sükût edip tamamen sustu…
Güneş yanığı buğday tenli, pembe yanaklı simitçi; masasındaki kurşunkalem oyuğunda mahzun duran kalemini eline aldı. Defterini çıkardı masanın gözünden, rastgele bir yer açtı, boş sayfaya şöyle bir bakış attı... Yazma isteğiyle bu kadar doluyken neydi bu tutulmuşluk hâli?
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.