"Bugün pek hoşunuza gitmeyen şeylerden bahsedeceğim!.."

A -
A +
Sanki Nuri öğretmen Ali’nin zihninden geçenleri okumuş da öyle girmişti sınıfa...
 
Yer yer yüksek tepeleri okşayan kızıllık, bir baştan bir başa ufuk hattı boyunca uzayıp gidiyordu. Bu ateş rengi; sanki koyu yeşil deryayı mavi semadan ayırmak için araya girmiş gibiydi.
Gittikçe büyüyen ışıklar, âdeta çimenlerde oynaşan kuzucuklarla, börtü böcekle yarışıyordu. Yüzlerce, binlerce kuş, o güzelim ötüşleriyle sabahı başlatmanın sevinciyle yeri, göğü çınlatıyordu. Salkım saçak dallarda serçeler, sığırcık, karga, daha isimleri bilinmeyen kuşlar, bacalarda martılar durmaksızın her canlı mahlukata; “uyanın, yeter uyuduğunuz” der gibiydiler. Kim bilir belki de bu canhıraş çırpınışlarıyla sabahı başlatan güneşe bir selâm gönderiyor, Yaradan’a şükür okuyorlardı da anlayan yoktu.
Işıkla birlikte çimenlerin yaprak uçlarından tutunan böcekler, çiçekten çiçeğe yarışa başlayan arılar, kelebekler, duvar diplerinin kırmızı tohumları gibi serpiştirilmiş ‘uçuç’lar, çalışkanlığın sembolü karıncalar, bitmez tükenmez işlerine çoktan başlamışlardı. Evlerin damları, ağaçların tepeleri, bütün dağların yamaçları gittikçe kızarıyor, yanıp tutuşuyormuş gibi görünüyordu. Bu topyekûn tutuşma, kalpleri ve tabiatı da uyandırmıştı. 
Her şeyiyle, her yönü ve bütün canlılığıyla gün çoktan başlamıştı.
Akşamdan kalan soruları kafasından cevaplayarak eve geldi Ali. “Hocamın dediklerini yaptım lakin…” deyip kaldı. Onun “lakin” dediği de neydi? Anacığının koymuş olduğu yumurtalı kahvaltısını yaparken, gizlice cebinden çıkardığı paracıkları saydı. “Bunlarla ancak beş simit alınır. Olsun... imkânım bu kadar” dedi, daha ileriye gitmedi, hazır olan çantasını alıp anacığının elini öptükten sonra yola koyuldu. 
Mektebe geç kalmak istemiyordu. Biliyordu ki hocası üzülürdü. Yol boyunca hayvanlar peşine sıralanıvermişti. Daha önce bir torbada biriktirdiği ekmek kırıntılarını “zayi olmasın” düşüncesiyle kedilere, köpeklere, peşi sıra uçuşan serçelere verdi. Bu yaşta hayatı, bütün canlıları pek seviyordu. Hele insanları… Hiçbirinin ayağına taş değsin istemiyordu.
                ***
Sanki Nuri öğretmen Ali’nin zihninden geçenleri okumuş da sınıfa öyle girmişti bugün. Sözü döndürdü, dolaştırdı parayla saadet olmayacağa kadar getirdi. 
 - Çocuklar bugün pek de kimsenin hoşuna gitmeyen şeylerden bahsedeceğim.
 - Öğretmenim menkıbe anlatın.
 - Tamam! Siz dikkatlice dinlediğiniz müddetçe ben de anlatırım!.. Çocuklar maalesef, her şeyin en üstüne para konuyor. Daha mektep sıralarında başlayarak zenginlik ve huzur arasında aslında ters olan bir bağıntı kurmaya başlarız. “Adam” olmak, muvaffakiyet ve maddi zenginlikle olur sanıyoruz. İşte bu sebeptendir bütün hırsımız, koşturmalarımız artıkça artar, kazandıkça daha fazlasını isteriz. Şaşırtıcı gelebilir ancak zenginlik ve huzur, mutluluk arasında doğrudan bir münasebet bulunmuyor. Yiyecek, içecek, yeteri kadar mal, mülk, para gibi temel ihtiyaçlarımız tam karşılandığında ancak, zenginliğin huzur ve saadet üzerinde kısmi bir tesirinden söz edebiliriz. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.