"Epey geç oldu arkadaşlar ben gidiyorum. Hoşça kalın"

A -
A +
Çantasını sırtına alan diğer çocuklar da ayrı ayrı evlerinin yoluna koyuldu, herkesin başı önde mahcuptu.
 
Arkadaşı, Ali'yi teskin etmeye çalışıyordu:
 - O aslında kendini küçük düşürdü. Bu gibiler hiçbir işe yaramazlar Ali… Üzülme!.. Eğer erkek olsaydı dövüşürdün. O bir kız…
 - Hayır arkadaşım! O, bir kız olmasaydı da gene dövüşmezdim. Çünkü anneme, babama söz verdim kimseyle kavga etmeyeceğim diye…
 - Ama hak etti! Yaptığı şımarıklık yanına kâr kalmamalı.
 - !!!
Ali, yürürken elini siper edip gökyüzüne, sonra da arkadaşlarına baktı. Derin bir “oh” çekti. Çok üzgündü.
 - Epey geç oldu… Ben eve gidiyorum. Hoşça kalın arkadaşlar.
 - Üzülme Ali! Eee hadi güle güle…  
 - Güle güle! 
 - Vay be! Bunu da duyduk ya, hem de bir kızdan…
Çantasını sırtına alan diğer çocuklar da ayrı ayrı evlerinin yoluna koyuldu, herkesin başı önde mahcuptu. Ali, hızla evinin yolunu tuttu…
Uzaktan kapının açık olduğu görünüyordu. Anacığı ellerini önünde tutmuş, mahcup bir hâli vardı. Ömer ile Hatice de biraz ileride oynuyorlardı. Etrafta çeşitli meyve ağaçlarının olduğu oldukça büyükçe bir mekânın bazı bölümleri sebze dikiliydi. Bir köşeye sığıntı gibi duran evlerini temiz ve bakımlı tutuyordu. Eve yaklaştıkça çimenler üzerinde yemlenen birkaç tavuk önünden kaçıştı. Evinin önünde Ali’yi bekleyen köpeği, kuyruğunu sallayıp oynayarak onu karşıladı, sevgi hareketleri yaparken “Niçin geç kaldın?” der gibi mızmız sesler çıkarıyordu. Biraz daha yüz bulunca hopladı üzerine. Ali, o kadar üzgündü ki bu kadar oynamak isteyen çok sevdiği köpeğine cevap vermedi bile. Anacığı da bir şeylerin ters gittiğini sezmiş olmalı ki, daha bir dikkat kesildi. Ali, rüyalar âlemindeymiş gibiydi. Ne kardeşleriyle alakadar oldu, ne Yetiş’le, ne de anacığına hâl hatır sordu. Hızla açık kapıdan içeri girdi. Çevresiyle hiç alakadar olmadığı gibi başı önde, bütün bedeniyle çullandığı kapıyı ittirerek içeri girdi. Rastgele savurur gibi kitaplarının olduğu poşeti bir köşeye bıraktı. Peşi sıra oğlunu dikiz eden anacığı bir farklılık sezmişti ama ne olabilirdi? Yüksek sesle; 
- Geç kaldın Ali’m…
 - !!!
 - Hu! Sana dedim Ali'm!
 - Geldim işte anne… 
 - Ne o yavrum sen üzülmüşsün! Bir şey mi oldu?
 - Yok bir şey!
 - Seni tanımam mı? Hadi söyle! Neden canın sıkkın?
 - Babamın hikâyesini anlatıyordum arkadaşlara… 
 - Eee! 
 - Şee!.. Şeey!
 - Yavrum bunda şaşılacak, üzülecek ne var? Hem bu senin çok sevdiğin ve gurur duyduğun bir hadise değil mi?
 - Evet, ama…
 - Aması da ne Ali’m?
 - !!!
 - Ama baban yemeğe hiç geç kalmıyordu. 
 - Hiç mi anne?.. Çocukken de mi?
 - Hahha! Canım evladım… Onu nereden bileyim? O zaman ben de kendi babamın evinde başka bir çocuktum.
 - Öyle ya anne… Ben de büyüyüp asker olayım o zaman ben de geç kalmam.
 - Fazla büyümeni beklemeye lüzum yok Ali. Tıpkı baban gibisin... Baban gibi…
 - Çalışkan, sabırlı...
 - O zaman şimdiden kendini buna alıştırmaya bak… Kötü huylar, zararlı ayrık otları gibi çabuk ürerler…
 - Haydi sofraya. Önce bir karnını doyur, sonra neler olupbitti konuşuruz. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.