"Sen ne dersen de anne! Bugün kendime bir düşman buldum…"

A -
A +
Şükriye Anne, yarı kalmış işini aceleyle toparlayıp iyice oğluna yoğunlaştı. Ağzındaki baklayı çıkarmasını istiyordu.

 Anne, yer sofrasını kurmuş, elde ne varsa getirip üzerine sıralıyordu. Reçel, zeytin, peynir, irili ufaklı ekmek parçaları… 
Her zamanki alışık olduğu görüntüler devam etmekteydi. Anacığının o kadar çok işi vardı ki, hiçbir şey olmasaydı da bulur çıkarırdı bir köşelerden. Ne bileyim tencereyi alır ocağın üzerine koyar, olmadı çaydanlıklardan birbirine su aktarırdı. İş mi yok? Ali elini yüzünü yıkayıp sofraya oturunca anacığına dikkatlice baktı, o kendi âlemindeydi hâlâ…
 - Anne bir düşmanım olsun istiyorum! 
 - Tövbe tövbe! O da nereden çıktı Ali’m? Ne biçim lakırtı öyle?
 - Ama anne!.. 
 - Kendine düşman isteyen de ilk defa duyuyorum a evladım.
 - Sen ne dersen de anne! Ben bugün kendime bir düşman buldum…
Şükriye Anne, yarı kalmış işini aceleyle toparlayıp iyice oğluna yoğunlaştı. Ağzındaki baklayı çıkarmasını istiyordu.
 - Hayrola kimmiş bakalım bu düşmanın?
 - Bir kız!
 - Güldürme beni Ali! Bir kız mı? Kimmiş bu kız? Sonra neden senin düşmanın olsun?
 - Ne bileyim! Mahalleye yeni gelmiş… Şu zengin aile var ya; Ağacanlar… Onların torunu mu neymiş? Arkadaşlara babamın hikâyesini anlatırken o, benimle alay etti. Anlattıklarıma inanmadı. Üstelik güldü…
 - Gülünecek ne var ki?
 - Şımarık! 
 - Ha!.. Şimdi anladım evladım.
 Ali’nin, bir dilim ekmeği intikam alır gibisine ısırdığı Şükriye ananın gözünden kaçmadı. Gözleri hırsından büyümüş hâline ilk defa şahit oluyordu. İnsan öz evladını tanımaz mıydı? İşte bu kadar değişiklik Şükriye anneyi tedirgin ediyor, işin mahiyetini iyice çözmeye çalışıyordu.
 - Çok kırıldım, mahcup oldum, üzüldüm anne…
 Oğlunun saçlarını eliyle tarar gibi yapan anne oldukça müşfik cevap verdi;
 - Güzel oğlum, sen bir erkeksin, üzülmek de, kızlara düşmanlık da sana yakışmaz. Sonra o kız, "yeni geldi" diyorsun. Belli ki kimseyi tanımıyor. İleride o da hakikatleri öğrenir, inanır babanın kahramanlığına. Sen merak etme.
 - Ne dersen de anne; gene de o kıza çok kızıyorum! Ben ona göstereceğim!.. 
 Şükriye Anne, oğlunun bu meziyetine ilk defa şahit olmasından mı ne hem şaşkın, hem de gülerek sarıldı, kokladı Ali'sini. 
 - A evladım! Bir tanem benim! Sen neler düşünürmüşsün meğer?
 Ana oğul birbirine sarılmış vaziyette bir müddet kalırken diğer çocuklar da neler olduğunu anlamaya çalışıyorlardı… "Babam geldi! Baba!” çığlıklarıyla gözler çocukların koştuğu tarafa çevrildi bu sefer de. Koşturmadan mı, yoksa bağrışmadan mı ne, ağaçlardaki kuşlar, “pır” diye uçuverdi birden. Ali bu sefer gözlerini dallardaki yuvaya dikti. Bir ana kuş yavrusunun ağzına yiyecek veriyordu. Kendi anacığını, babacığını düşündü. Onlar da öyle yapmıyor muydular? Kendileri yemiyor, onlara yediriyorlardı, giymiyor giydiriyorlardı… Hiç hakları ödenebilir miydi?
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.