Güneşin ufka göz kırptığı ılık bir ilkbahar akşamı…

A -
A +
Abdullah Dede’nin; Elif’in ve diğer aile fertlerinin evlerinde aynı koşuşturmalara ilaveten bir başka heyecan daha vardı.  
Elif’in dedesi, tane tane anlatmaya başladı: - Ühü ühhü! Önce şu güzel isminden başlayalım. Bak kızım büyükler çok sevdiklerine en güzel şeyleri layık görürler ve yakıştırırlar. Biz de senin için "Elif Hatun" ismini münasip gördük. Elif, bildiğin gibi Kur’ân-ı kerim alfabesinin ilk harfi. Düz ve zarif... Kızımız da "elif gibi” düz, dosdoğru, yalansız, dolansız, hilesiz hurdasız bir kişiliğe sahip olsun dedik. Hatun’u da dadaşlar diyar şirin Erzurum'umuzun sembolü olmuş bir kadın kahramanımız gibi yiğit, korkusuz, vatan, millet, din ve devlet kıymetini bilen biri olasın diye koyduk.  - Ooo! Ben neymişim meğer?
 - Sen böyle güzel isimler taşıyan ve o adlara layık olacak "Elif Hatun" kızımsın işte.
 - İnşallah biz de ismimize layık oluruz.
 - İnşallah!
 - Ya Erzurum savunması!.. Sizin ifadenizle müdafaası.
 - Ah kızım sorma o mevzu açılınca aha şuracığımda bir sızı peydahlanır ki deme gitsin.
 - Sizi çok üzecekse anlatma dedeciğim.
 - Merhametli güzel Elif Hatun kızım, anlatmaktan dolayı üzülmüyorum. Bilakis büyük bir vazife addediyorum. Lakin hadiselere yüreğim lakayt kalamıyor o kadar. Her neyse... Devir bizim gerileme devrimiz. Devletimizin çok güçlü, kuvvetli olduğu seneler çok gerilerde kalmış. Ordularımız birçok cephede harp hâlinde. Gidenlerin geri dönmediği korkunç seneler…
Güneşin ufka göz kırptığı ılık bir ilkbahar akşamı… Sütunsuz mavi bir kubbe gibi duran bulutsuz gökyüzünde uçuşan martılarla yarışan çiçek tozları, irili ufaklı kelebekler gibi Arnavutköy’ün üstüne üstüne yağıyor gibiydi. Gecenin sessizliğine hazırlanan her yan, bayram yeri gibi neşeli ve canlıydı. Bahçe, ev, apartman kapıları bir bir açılmakta, işten gelenleri karşılamaya çalışan ev hanımları, çocuklar telaş içinde sağa sola yalpalayarak koşuşturmakta, iştahlı tıfılların gözleri önünde akşam sofraları kurulmakta ve her evde ayrı bir telâşla büyüklerin beklenmesi…
Abdullah Dede’nin; Elif’in ve diğer aile fertlerinin evlerinde aynı koşuşturmalara ilaveten bir başka heyecan daha vardı. Elif’in yanlışlarını düzeltme… Elif, soruyor, Abdullah Dede cevap veriyordu bıkmadan usanmadan.  - Yemen türküleri herhâlde bu zamanda söylenmiş. Hani diyor ya; "Ah o Yemen’dir/Gülü çemendir/Giden gelmiyor/Acep nedendir?!.."
 Elif, şiir gibi söylerken dede melodisiyle iştirak ediyor, çok hoş bir tablo oluşuyordu.
 - Sen de az değilmişsin güzel kızım… Anladığın gibi aynen öyle… Avrupa içişlerimize karışıyor. “Hasta adam” diyor koca imparatorluğumuza. Kurt kocayınca…
 - Uyuz farelerin maskarası olur...  Abdullah Dede hiç böyle dolu dolu gülmemişti. Elif bile şaşırdı, durdu dedesinin şen şakrak kahkahasını seyretti bir müddet.
 - Haha hah! Âlemsin Elif kızım. Ben de senin bir yanlışını yakaladım. Ona gülüyorum.
 - Neymiş bakalım!
 - Yani, "Kurt kocayınca itlerin maskarası olur” diyecek yerde, “fareler, sıçanlar” dedin ya...
 - Yani dedeciğim sen de… “köpeklerin” diyecek yerde; “itlerin” dedin. Şimdi ben de sana mı güleyim? DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.