Hainlik canımızı hem de kaç defa çok fena acıtmıştı!..

A -
A +
"Saklamak için Müslümanlar gibi giyinmişler. Elbiseler, başlıkları ve çizmeleri sağlam..."
 
Dede yine konuya dönmüştü. Elif de hiçbir kelimeyi kaçırmadan dinliyordu:
-Aziziye’deki askerlerimiz, gecenin en kör vaktinde derin uykudayken bölgeyi çok iyi bilen içimizdeki Ermeni çeteleri tarafından gizlice ve alçakça tuzağa düşürülerek kılıçtan geçirildi. Bir taraftan da Uruslara haber verip önlerinde bir mâni kalmadığını söyler, Erzurum’a bir an evvel girmeleri ve dadaşlara baskı yapmaları için de Urus kumandanlarını sıkıştırmaya başladılar.
- Kumandan derken komutanları kastettiğini anladım dede. Bunun için de tercümeye gerek yok!
 Abdullah Dedenin gülmesi için bu kâfiydi.
- İlahi Elif'ciğim pek yamanmışsın…
- Nasıl yaman olmayayım dede? Adamlar kalkmış dünyanın öbür ucundan vatanımıza saldırıyorlar! Ben nasıl normal durayım? Pislikler!.. Hainler!.. Ne olacak!
- Maalesef güzel kızım kızmamak elde değil! Bir Ermeni çetesi, düşün hepsi de son model silahlarla donanmış. Üstelik kendilerini saklamak için de Müslümanlar gibi giyinmişler. Elbiseler, başlıkları ve çizmeleri sağlam. Kışa, soğuğa dayanıklı. Gizlice tabyalara sızıyor, her biri bir nöbetçiyi arkadan yakalayıp katlediyorlar. Sonra da daha çok çetecinin bulunduğu tarafa işaret verip domuz sürüsü gibi kalabalık, seri bir şekilde kışlaya doluşuyor. Getirdikleri yanıcı malzemelerle kışlayı ateşe verirler. Bütün tabyayı zifirî bir duman altında bırakırlar. Göz gözü görmemektedir. Dumanlar ve alevler göğe yükselir. Pencere, kapı ve bacalardan can havliyle çıkan askerleri de pusudaki Ermeni nişancıları temizler. Hiç kaçıp kurtulan olmaz.
- Bu ne biçim insanlık dedeciğim. Böyle nasıl kıymışlar? Allah! Allah! 
- Hainlik bizim canımızı kaç defa çok fena acıtmıştı? Bu, Ermenilerin; son model silahlı, atlı çetelerle masum, savunmasız halkımızı soyup soğana çevirmeleri, Müslüman görünümüne girip Aziziye Tabyalarında katliam yapmaları ve Uruslara casusluk etmeleriydi… Dün birlikte gülüp, eğlendiğimiz, komşumuz deyip, bağrımıza bastığımız insanların arkamızdan vurması olacak şey değildi. Üstelik bizim kıyafetlerimizi giyip, bizim gibi konuşarak askerlerimize dostça yaklaşıp gafil avlıyorlardı.
- Alçakça bir tuzak desene dedeciğim!
- Tuzak tabii ki… Yoksa askerimiz en olmadık zamanlarda, en zor şartlarda bile karşı koymasını bilir, tufan olur düşmanını boğardı. Üç beş çapulcuya mı haddini bildiremeyecekti?
Abdullah Dede çok duygulanmıştı. İri yorgun gözlerinden yaşlar akmaya başlayınca Elif, mendiliyle gözlerini sildi, başını göğsüne yasladı, bir müddet öyle kaldılar.
- Çok üzüldünüz dedeciğim! İsterseniz sonra anlatırsınız.
- İnsanız yavrum. Atalarımızın çektikleri sıkıntıları düşündükçe üzülmemek mümkün olmuyor. Onlar amcalarımız, dayılarımız, babalarımızdı. Yani kanımızdan canımızdan birileriydi öldürülenler. Acı duymamak mümkün değil.
- İstersen anlatma! Ama çok da merak ediyorum. Üzülmeni de istemiyorum… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.