"Tez anana söyle; kuymak yapsın, çay demlesin..."

A -
A +
"Bu çocukların hiçbirinin nüfus cüzdanı yok, kendileri de doğum günlerini, aylarını senelerini bilmiyorlar…"
 
 
Lütfü Hoca'nın hiç beklemediği bir misafir gelmişti eve!
- Hayırdır inşallah oğlum!
- Doğum tarihimi bilmediğim için…
- Fe sübhanallah!
“Bu devlet memurları da bir âlem” diye söylenerek içeri girdi. Hocamı muhabbetle karşıladı, kucakladı. Bana döndü;
- Tez anana söyle; kuymak yapsın, çay demlesin. Hadi çabuk!
- Çay tamam da hocam kuymak-muymak istemem! Önce şu meseleyi bir çözelim!
- Ne meselesi?
- Ne olacak; çocukların hiçbirinin nüfus cüzdanı yok, kendileri de doğum günlerini, aylarını senelerini bilmiyorlar… Hocam hangi devirde yaşıyoruz?..
- Hele bir çay içelim muallim bey…
- Yok, dünyada olmaz… Benim evimde çay yok mu?
- Daha âlâsı vardır muallim bey!
- O zaman anlat…
                 ***
Ragıp şöyle anlattı:
Babamın işaretiyle odayı terk edip annemlerin yanına gittim. Bir şeyler ters gidiyordu ve bir şeyler noksandı fakat bunun ne olduğunu bilemiyordum. Hani evden çıktıktan sonra bir şey unuttuğunu fark ederek duraklayan, fakat unuttuğunun ne olduğunu bir türlü bulamayarak hafızasını ve ceplerini araştıran, nihayet ümidini kesince, aklı geride, ileri gitmek istemeyen adımlarla yoluna devam eden bir insan gibi kararsız ve üzüntülüydüm. Çocuk aklı olsa da; ‘Basit bir şeyde bile doğru olanını bilemiyorduk...’ düşüncesindeydim…
Geç saatlere kadar oturuldu. Ben, annemin verdiklerini içeri taşıdım, boşalan kapları geri getirdim. Gözüm, kulağım konuşulanlarda olsa da tam bir şey anlayamıyordum. O kadar lafın arasında aklımda kalanlardan biri: “Muallim bey; biz memurların hor bakmasından bıktık, usandık… Onların habis yüzünü görmek için şehre inmiyorum. Bu yüzden de çocukları kaydettirmedim…” Babam muallimi uğurlayıp içeri girince, dudaklarından gayr-i ihtiyari: “Millet fakr-u zaruret içinde; hayatta ve ayakta kalma telaşında, sen ne peşindesin be kardeşim” kelimeleri dökülüyordu…
Sonradan öğrendim ki ben; 1953 senesinde Erzurum’un kervan geçmez, kuş konmaz bir dağ köyünde dünyaya gelmişim. Doğduğum mevsimi, ayı, günü öğrenmek pek de mümkün olmadı. Anneme, babama ve diğer yakınlarıma ve hatta konu-komşu, kimi gördüysem sordum, maalesef tam sağlıklı malumat alamadım, ne yaptıysam bir türlü öğrenemedim. “Bahar mıydı, güz müydü, Koç ayı mı, Gücük mü, yoksa Zemheri miydi ne” deyip bildikleri bütün mevsimleri, ayları sayıyor lakin tam emin oldukları bir tarihi söyleyemiyorlardı. Dedemim vefatından, yeni doğum yapmış medeğimizin donma senesinden hareketle dünyaya geldiğim yıl tesbit edildi… O şartlar içinde bu tarihi tesbit etmek bile büyük muvaffakiyetti. Bundan sonra; “doğum senem malum ya” deyip kendimi teselli edecektim hep…
            ***
Köyde ilkokula devam ederken çocuklarla ahbaplığımız da hemen kuruldu. Birbirimizi pek sevdik ve de pek çabuk kaynaştık. Hiç unutmadığım bir hadise oldu. İlkokul ikinci sınıfa gidiyorum.
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.