"Soruyorum: Siz olsaydınız bu adama ne yapardınız?.."

A -
A +

O gün müfettiş ağır konuşmuştu; söylediklerinde zerre kadar haklılık payı yoktu. Zaten öyle olsaydı Lütfü Hoca üzülmezdi.

 
Çocuk aklımla uzun zaman düşündüm. Bir dağ köyünde, ilköğretim müfettişinin köyün ileri gelen birine, vazifeli imamına hakaret etmeye, tehditler savurmaya, azarlamaya ne hakkı olabilirdi? Bu gücü nereden, nasıl alıyordu? Eğitim-öğretim problemlerini çözmekle vazifeli bu devlet memuru, imamın işine karışmaya kendi kendine nasıl bir vazife çıkarabiliyordu, bu nasıl bir ruh hâliydi? Aklımın alamadığı bu suallerin bugün bile cevabını bulmuş değilim…
Sonra ben de okudum, Millî Eğitim teşkilatında müfettiş oldum. Hep bu hadise aklıma gelir. Çocukluğumda babama hakaret eden adamın mesleği mesleğim olmuştu lakin ben o adama hiç benzemiyordum, hiç benzemeyecektim de… İçinden çıktığı topluma tepeden bakan biri olmamak için elimden geleni yaptım.
Hâlâ çözemediğim, mantıki bir mana veremediğim o hadiseyi ve bende oluşturduğu travmayı unutamıyorum.
Şimdi soruyorum: Siz olsaydınız bu adama ne yapardınız?
                         ***
         DÜNYADA RAHAT YOK
O gün müfettiş, az ama ağır konuşmuştu; söylediklerinde zerre kadar haklılık payı yoktu. Zaten öyle olsaydı Lütfü Hoca üzülmezdi. Kederini, sıkıntısını hiç kimseye açmadı. Köyün iki muallimi ve kendi arasında kaldı mesele.
Hem sıkıntılarını birazcık olsun unutmak, hem de köyü belâ ve musibetlerden muhafaza için sınırları gezmesi icap ediyordu ve tam zamanıydı. Köyün hafızlarıyla birlikte önceden okunan yüz bir hatm-i şerifin duâsını da bu ziyarette yapmayı düşünüyordu. Bu vesileyle muhtar Hasan Ağa ve köyün ileri gelenleriyle istişare edildi. Havaların iyi gitmesini de fırsat bilerek sınırların dolaşılmasına karar verildi.
Hocaya talebelerinden Zekeriya Hafız, köyün sevilen ileri gelenlerinden Etem Ağa, Ömer’in torunlarından bekçi Dursunali eşlik edecekti. Aşağı yukarı sabahtan akşama kadar sürecek bu zorlu yolculuğa akşamdan hazırlık yapıldı. Yol azıkları, soğuktan sıcaktan muhafaza için ilave kıyafetler alındı, heybeler dolduruldu, atlar eyerlendi sabah namazını müteakiben “E’ûzü Besmele çekilerek” erkenden yola çıkıldı…
Her şey planlanmıştı. Köye göre önce arazinin sağından başlanıldı. Ezbere, kafadan bir şey yapılmıyordu. Büyük İslâm âlimleri neyi, nasıl tarif etmişseler; ne fazla, ne eksik aynen tatbik ediyorlardı. Onun için işe sağ taraftan adım atılmıştı; feyz ve bereketi düşünülerek tabii. Duâlar okunarak Davulveren’e inildi. Dünya kelamı konuşmak, havadan, sudan bahsetmek yoktu. Her birinin okuyacakları duâ, tesbihat önceden tesbit edilmiş, bir kâğıda yazılarak ellerine verilmişti. Çılçılderesi’ni geçip Dazlağın başına, oradan da Karaağaç gölüne uğrayıp birer yudum su içtikten sonra Aşağı Taşınbaşı’na çıktıklarında Güneş iyice yükselmiş, yakıcılığını artırmaya başlamıştı bile. Yüksekte ferahlatıcı bir rüzgâr esmeye başlayınca daha bir keyiflenmişlerdi... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.