“Hep benim yüzümden ağladı zavallı…”

A -
A +
Hanımına döndü ve “Seni anlıyorum Hayriye’m…” deyip gözlerinin yaşını sildi elleriyle.
 
Her genç ana gibi onun da hürmet görmek, sevilmek ve çocuklarını muhannete muhtaç olmadan büyütmek en tabiî hakkı değil miydi? Hâlbuki o haklar şimdi ayaklar altında eziliyordu... Uçları aşağıya doğru hafifçe meyletmiş ince hassas dudakları titreye titreye ta içinden boşanıp gelen hıçkırıklara boğuldu… Bu acı tabloyu seyreden çocuklar da ağlaşınca Lütfü Hoca, hepten kendi derdini unutmuş, onları teselliye başlamıştı.
Dışarıda at kişnemesinden Etem Ağanın geldiği anlaşılıyordu. “Üzülmeyin çocuklar, Allah’ın izniyle bir iki güne kalmaz gelirim, hem size neler alacağım şehirden...” deyip hanımına döndü. “Seni anlıyorum Hayriye’m…” deyip gözlerinin yaşını sildi elleriyle.
Köyde komşuları, komşulukları çok iyiydi de ne kucağında ağlayacak bir anacığı, ne de kendisine kol kanat gerecek bir babası veya ağabeyi vardı... Şu anda çocuklarının babası Lütfü Hocanın sağlığından başka onu rahatlatacak hiçbir şey yoktu. Ona bir şey olursa bu kadar çocukla nereye sığardı? Sığınacağı çok kimsesinin olmasını düşünse de onsuz hayat hayat mıydı?
Düşündükçe de içindeki ağlama hissi kabarıyordu. Şu birkaç aylık rahat hayatı gitmiş, eski sıkıntılı günleri bütün acıklı sahneleriyle, gözlerinin önünde yine canlanmıştı. Yaşadığı yalnızlıklar, yol beklemeler, “ha öldü, ölecek” diye birlikte can çekişmeler, şimdi de bilemedikleri bir başka dertle Erzurum’a giden evinin direği, her şeyi... Genç yaşta bu kadar şeyin üst üste gelmesi de fazlaydı bir kadın için. Kırılan küçücük ümitleri... Masumane arzuları… Yoksa rüya mı olacaktı yakında?
O güne kadar hiçbir kadın Lütfü Hocayı ciddî şekilde alakadar etmemiş, kaç senelik hayatında onunki kadar muhabbetin ve ızdırabın zerresi karışmamıştı. Şu anda karşısında, karanfil yaprakları kadar zarif, ince, hassas dudakları titreye titreye ağlayan genç hanımına karşı kalbinde, mahiyetini henüz kendinin de tayin edemediği müphem hislerle pek acıyordu. İçinden; “Hep benim yüzümden ağladı zavallı…” derken, neredeyse yere yıkılacaktı. Bütün kuvvetiyle hislerini belli etmemeye çalıştı. Dünya yüzünde ondan başkasını gözü görmeyen genç hoca da galiba bu ayrılığa dayanamıyordu…
Teessürden buz kesilmiş elini, zihninde bitmeyen sıkıntıların hararetiyle ateşler içinde yanan alnına götürdü. Biraz düşündükten sonra: “Fakat bu Erzurum seyahati bana niçin bu kadar dokundu?” diye kendi kendine sordu. Hanımına bir daha; “Allah’a ısmarladık. Erzurum’dan bir isteğin var mı?” deyip cevap beklemeden dışarı çıktı… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.