Cümle ümmet-i Muhammed’e ağlayarak duâ ediyorlardı...

A -
A +
Akıl gönül sultanını bulana kadar, bulduktan sonra kenara çekilmezse ona akıl demiyorlar Mübarekler...
 
Lütfü Hoca:
- Yalnız, birlikte şahit olduğumuz kerametleri tekrar ettik. Hocamıza olan muhabbetimiz, bağlılığımız arttı. Hiç kimse diğerlerinin hususi hayatlarını sormadı. Aklımıza bile gelmedi.
- Demek onlar istememişler.
- Hikmetini bilemiyoruz tabii. Sabah ezanları okunurken baktık geliyor Mübarek. Ya Rabbim o ne güzellikti öyle içeri girer girmez; “Hafız adaşım, cübbeyi sen giy, namazı kıldır” buyurunca bir heyecan kapladı ki sormayın. Hemen cübbeyi giydim. Giymemle birlikte rahatlamam da bir oldu. Namazı kıldırdım, aşr-ı şerifi okudum. Uzun bir duâ buyurdular. Cümle ümmet-i Muhammed’e ağlayarak duâ ediyorlardı. Sonra bizlere döndü rahat edip etmediğimizi sordular, verdiğimiz cevaplara memnun olduğunu söyleyip “HAŞIL BABA” menkıbesini anlattılar.
- O üç kişiye mi?
- Farza başlarken oda dolmuştu. Sayısını bilmiyorum ama âşıkları o kadar çoktu ki, en küçük fırsatta koşuyorlar… Haşıl Baba’nın ezazil, yani çok huysuz görünen bir hanımı varmış. Baba hazretlerine âdeta kök söktürüyormuş. En hafif sıkıntısı da; işten gelir gelmez “bank vaziyeti” aldırıp üzerine oturuyor, çorap örüyormuş. Aylar seneler böyle onun akıl almaz yükünü çekerek geçmiş, gitmiş.
- Akıl alacak işler değil!
- Mevlâna hazretleri buyurmuşlar ki: “Hocamı buldum, aklımı attım ve kurtuldum…” Akıl gönül sultanını bulana kadar, bulduktan sonra kenara çekilmezse ona akıl demiyorlar Mübarekler.
Bir gün yine işinden yorgun argın gelmiş Haşıl Baba.
- Hocam mevzuyu bölmüş olmayayım da Baba hazretlerinin ismi mi “Haşıl” yoksa unvanı mı?
- Mübareğin bir kerametine şahit olan Erzurum ahalisi, ismini unutmuş o kerametin olduğu hadisedeki yemek üzerine isim olarak kalmış. Kerameti de şu: Malumunuz haşıl yemeği memleketimizde meşhur. Sıcak sıcak bir kaba konan yemeğin üzeri kabuk bağlar, içi volkan gibi uzun müddet kaynar vaziyette kalır. Haşıl Baba, işte bu yemeğin içini de dışı gibi yanmadan yediği için o isme layık görülmüş.
- Tamam anladım.
- Haşıl Baba, yorgun argın kapıdan içeri girmiş, selâm vermiş. Hanımı selâm almış mı almamış mı anlayamamış hemen; “Hadi çorap öreceğim, vaziyetini al…” deyince, hiç sesini çıkarmadan bu sefer geri geri çıkıp Palandöken dağına atmış kendini. “Artık bıktım bu hatundan, daha dediklerini yapmayacağım, evine de uğramayacağım, ne hâli varsa görsün…” diye söylenerek gezmiş epey. Bu arada bir gözenin başında iki kişi görmüş, hâl ehli oldukları belliymiş, öyle oturuyorlarmış. Yanlarına gitmiş ve selam verip oturmuş.
Dervişlermiş, kırda, bayırda “hu” deyip geziyor, zikir çekiyorlarmış. Haşıl Baba, onlara arkadaş olmak istemiş. Bir şartla kabul etmişler. “Biz dünyadan münasebetimizi kestik devamlı zikrediyoruz, işimiz ağır. İkincisi kolay kolay acıkmayız ama öyle bir ihtiyaç duyarsak sırayla birimiz duâ ediyoruz, gaipten bir sofra peydahlanıyor, yiyip karnımızı doyuruyoruz, bir daha acıkana kadar zikre devam ediyoruz, duâ sırasına sen de katılır, bize ayak uydurabilirsen memnuniyetle kabul ederiz. Yok eğer ayak uyduramayacaksan şimdiden sen yoluna biz de kendi işimize…” deyip kestirip atmışlar… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.