"Efe hazretleri gelip ayağınızı sığadı, sahiplendi talebesini"

A -
A +
"Manevi cilveler efendim. O deryaya girersek kulaç atamayız, boğulur gideriz. Efem’in bir ilahisini gecenin hediyesi olarak okuyayım..."
 
Lütfü Hoca:
- Mirze Bey çok olgun, güngörmüş, sözü, sohbeti dinlenir, vakarlı biriydi. Bütün hakikati doktora anlatıyor. Benim durumum ve tutumumdan dolayı da kaza olduğuna tam kanaat getiriyor. Mahkemelerde sürüm sürüm olup sefillik çektirmek istememiş.
- Bazıları dinlemiyor ki. “Orada anlatsınlar haklı olduklarını…” deyip kestirip atıyorlar. Hiçbir şey olmasa bile silah taşıma cezasından dolayı epey yatardı.
- Onlar hepsi hesaba katıldı. Bir de hocamın tasarrufu vardı. O asıl görünmeyen şifaydı, görünmeyen, akıldı, eldi… anlayana…
- Hasan Baba, ne buyurdu bu hadiseye?
- Asıl mesele orada Haydar Ağam. Alvarlı Efe’den ders alıp talebe olduğumu duyunca yanındakine şöyle demiş: “Ben Hafız Lütfü’ye vereceğim her şeyi vermiştim. Hatta onbaşı rütbesini takmıştım. Efe hazretlerinin tozu olamam! Bana sorsaydı yine ‘Ne duruyorsun, git’ derdim zaten… İşte cezasını gördü. Çilesini çeksin!” buyurmuşlar. Yani anlayacağınız komşular manevi bir ikazdı bu olan. Olacaktı oldu. Alvarlı Efe durmadan çağırıyor, Kehtikli Hasan Baba uzakta, gidip müsaade istemem için ne yol, ne vakit müsait değildi. Bu takdir-i ilahiydi, yaşanacaktı, yaşadım.
- Efe hazretleri de gelip ayağınızı sığadı, sahiplendi talebesini.
- Manevi cilveler efendim. O deryaya girersek kulaç atamayız, boğulur gideriz. Efem’in bir ilahisini gecenin hediyesi olarak okuyayım, müsaade isteyeyim olur mu?
- Olmaz Hocam! Madem bu iş sıraya bindi yarın akşam da bu cemaati hep birlikte bize davet ediyorum. Ben Haydar Ağa gibi illa onu anlat, bunu anlatma demiyorum. Bize ibret olabilecek her kıssadan hisseye talibiz.
- Peki Cafer Ağam! Yarın Hak teâlâ müsaade buyurursa sizdeyiz.
- Efe’den söyleyeceğini unutmadık hocam.
- Tamam.
Göründü hilâl-i mâh-ı Ramazân.
Rahmet-i Rahmân’a nihâyet mi var?
Temevvüc etmede deryâ-yı gufrân,
Kerem-i Kerîm’e bidâyet mi var?
 
Yâ Rab, ne se’âdet ne kerâmetdir,
Arşdan ferşe kadar ne şerâfetdir.
Nûr-i tevhîd ile münevver olan,
Ümmet-i Muhtâr’a zelâlet mi var?
 
Dürre-yi tevhide hâmil olanlar,
Bu bahr-i tevhidde dürrü bulanlar,
Kemâl-i îmâna mâlik olanlar,
Zevk-i ma’nevîden ferâgat mi var?
 
Olur rûz-i cezâ kopar kıyâmet!
Seyr olur o demde azîm alâmet,
Ehl-i îmân olan bulur selâmet.
Hâmil-i tevhîde hacâlet mi var?
 
Ziyâfet-i Rahmân Lutfî bu mâhdır.
İftâr sofrasında sâim âgâhdır.
Mağfiret merhamet ne âlî câhdır,
Sâim-i lillâhe nedâmet mi var?
İlahi biter bitmez millet de ayaklandı. Helâllikle beraber müsaade istiyorlarken Lütfü Hocanın kalbi de muhabbetle dolup taşıyordu. Bütün bu muhabbetin kaynağı kendilerini sonuna kadar sabırla ve merakla dinleyen, vakitlerini ona ve anlatacaklarına adamış bu mümtaz insanlardı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.