“Dostlarımın gülücüklerini görmekle neşem artıyor…”

A -
A +
Derinden bir iç çekti... Kocaman vücudu da onunla beraber inip kalktı. “Kalbine çöken neydi ki onu böylesine efkârlandırıyordu?”
 
Lütfü Hoca:
- Bana yol gösteren ya Hızır aleyhisselâmdı, ya o devrin gönül sultanlarından biri... Bazen “Acaba Alvarlı Efe olmasın…” diye aklıma gelse de emin olamıyorum. O zaman talebesi değildim. Sonradan öğrendim ki mürşid-i kâmiller; talebeleri henüz bağlanmadan da onlara gizli, aşikâre destek olur, sıkıştıklarında imdatlarına yetişir, yalnız bırakmazlarmış. Büyüklerimizin anlattıklarına göre böyle hadiseler çok görülmüş. Talebelerin bazıları anlar, bazıları da farkına varamazlarmış. Bu hocamın bir cilvesiydi ama ben onu anlayacak kâbiliyette değildim o zaman.
- Mübarek olsun Hocam.
- Eyvallah!
- !!!
Derinden bir iç çekti Lütfü Hoca. Kocaman vücudu da onunla beraber inip kalktı. “Kalbine çöken neydi ki onu böylesine efkârlandırıyordu?” Kendisi de bilmiyordu. Birkaç gündür Verintap evlerini ailecek dolanıyor duruyor, yaşadıklarını anlatıyordu dostlarına. İşin en mühim tarafıysa; köylülerle öyle bir gönül köprüsü kurulmuştu ki, kimse muhabbete doymuyordu. Evde anlattıklarından dolayı, küçükler de babalarının yanında gelmeye başlamıştı. Her gece odalar “İğne atsan yere düşmez” derler ya o durumdaydı.
Lütfü Hoca, zamanla o eskimez dostluğu, samimiyeti hiç unutamayacaktı, asrı aşan uzun hayat yolculuğunda. Ne kadar kaynaşmış, yakın bir aile gibi olmuşlardı koca bir köy halkıyla birlikte.
Her anlatışta dinleyenler; oradaymış gibi hadiseleri yaşardı tüyleri diken diken. “Heyecanım, neşem dostlarımın gülücüklerini görmekle artıyor…” diyordu.
Ya, o sıcakkanlı Verintaplılar? Onlar ise ondan daha heyecanlı oluyorlardı bu uzun gecelerin, uzun süren sohbetlerinde.
Zaman, sıralı dağlar gibi uzadıkça uzardı. Bütün tanışıklıkları, dostlukları, samimiyetleri; bu sıralı dağların arkasındaki Kaf Dağı’ndan gelmiş gibi asildi. O kadar uzakta değil, o kadar ulaşılmayacak yerde hiç değildi artık.
- Niçin, kendinden bahsediyorsun Lütfü Hocam?
- Birkaç sebebi var: Birincisi şahit olduğum hakikatler olduğu için, yalan dolan araya katılamıyor kolay kolay. İkincisi; övünülecek şeyler olmadığı için, nefsim pay çıkaramıyor. Üçüncüsü hepsinden de mühimi; “KISSADAN HİSSE” çıkarıldığı için, meclislerimiz “ilim meclisine” dönüşüyor… Daha ne olsun Yunus Çavuş?
- Kusura bakma ama muhterem Hocam, iyi olanlar çok eskide kalmış. Şimdikilerin neyi var?
- Öyle deme Yunus Çavuş! Sizin köye getirilişimin hikâyesini bir düşün. Her şey ayarlı. İstanbul’dan Mustafa Sak Hocam mektup yazmış; “Seni, ‘şu kadar hak’ karşılığında Yatsıören köyüne imam hatip olarak verdim, çabuk gel…” Mektubu aldığım günü Muhtar Hasan Efendiye ve Haydar Ağaya söz vermiştim, uzun bir mektupla keyfiyeti anlattım. Hocam ne kadar mahcup olmuş, üzülmüştü. Her şey ibretle dolu vesselâm!
- Sıkıntı da o ya zaten; dünyanın ve dünya ehlinin hiçbir şeyi yok. Ne tadı, ne tuzu, ne heyecanı, hiçbiri…
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.