"Hocam İd’in çayı fena coşmuş, sakın oradan geçmeyin!.."

A -
A +
Vedalaşıp ayrıldıktan sonra, sohbetin tesiriyle mi ne üzüntüsü biraz hafiflemişti. Küçük, bulanık akan çayı geçti. 
 
Lütfü Hoca:
- Estağfirullah! Bize mezarı hazırlama vazifesi verdiler. Kazma, kürek alarak geldik, kabir yeri aradık, boş olduğundan emin olduğumuz şimdiki yeri seçip kazdık. Tam kabir boyu inmiştik ki, bir delik açıldı. “Hayırdır…” diyerek deliği büyülttük. Ne görsek iyi? Bir insan iskeleti. Belli ki çok eskilerden kalma. Kefen, mertekler falan toprak olmuştu. Yalnız kemikler dizili yerlerindeydi. Kafatasını elime aldım, incelerken dişlerinin arasında kupkuru bir mercimek tanesi gördüm. Çıkardım, geldim, şu taşın üzerine koydum. Tam o esnada da Kencesor’dan kardeşin Ömer Hocayla falanca geçiyordu, sizin gibi bizi görünce yanımıza geldiler. Siz üst başta Fâtiha okurken onlar da buradan ayrılıyordu. Yani her şey önünüz sıra yaşandı. Yanımıza gelince selâm verdiler. “Vefat eden kim?” falan derken, Kencesorlu bu iskeletin ağzından çıkardığım mercimek tanesini taşın üzerinden aldığı gibi hiç bekletmeden ağzına attı, katur kutur çiğnedi yuttu. Daha diyemedik ki “Onu cenazenin dişlerinden çıkarmıştık…” Şimdi hâlâ onun şaşkınlığı içindeyiz. Neyin nesidir, bu iş Hocam?
- Çocuklar şaşılacak bir şey yok! İbretlik bir vaka! Kaç sene önce o mercimeğin üzerine onu yiyecek olanın ismi yazılmış. Yeri, vakti gelince de olacak oldu. Hepsi Rabbimizin bize ihsanları. Nerede o basiret ki görelim de ibret alalım. Tıpkı benimki gibi…
- Anlayamadık Hocam! Sizinki de ne?
- Öyle bir şey mi dedim?
- Evet!
- Dil sürçmesidir çocuklar, aldırmayın! Hadi kolay gelsin. Okumuş bir hatmim vardı. Onu Hediye ettim. Cenaze evine selâmımı söyleyin, dönerken uğrarım inşallah...
Vedalaşıp ayrıldıktan sonra, sohbetin tesiriyle mi ne üzüntüsü biraz hafiflemişti. Küçük, bulanık akan çayı geçti. Bahar olduğundan sular coşmuştu. Köyün içinde rastladığı birine daha selâm verdi. Neden icap ettiyse o Şekerlili:
- Hocam İd’in çayı fena coşmuş, sakın oradan geçmeyin! Keğani’nin köprüyü dolaşın. Yol biraz uzasa da sakın ha ihmal etmeyin! Daha dün bizim muhtarı atıyla birlikte sürüklemiş, adam canını zor kurtarmış. Çok deli zamanı çok!
- İyi ki hatırlattın, köprüden geçmek hiç aklımda yoktu. Cenâb-ı Allah razı olsun dadaşım.
- Sizden de Hocam! Ha söylemeyi unuttum, kardeşin Ömer Hoca da biraz önce geçti. Onlara da tembihledim.
- Kavuşmaya çalışayım! İnşallah!
- Uğurlar olsun!
- Eyvallah!
Kafasında envaiçeşit suallere cevap arayarak köprüye indi. Âdeta derya cuşa gelmişti. Homurdanarak akan bulanık su, uzun demir köprünün gözlerini doldurmuştu. Atın üzerinde suya bakarken bile başı dönüyordu. Köprü ayakları arasından sarı, mor ya da mavi akıyordu çay. Kıyıda İdliler, çayırlara ark açıyorlardı. Söğüt, kavak dalları kuşlardan suya değecek kadar eğilmişti. Cıvıltılar, su sesine karışıp vâdi boyunca yankılanıyordu. Arkada, Keğani ile Şekerli’nin arasındaki tepelerden kırmızı, nar bir küre gibi güneş, yükseliyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.