“İyi ki dinledim, iyi ki onu tanıdım...”

A -
A +
Kamyonu münasip bir yere bırakıp hızla indi iki emmioğlu kaza yerine koştular...
 
 
Şoför Dursun Dadaş, gayriihtiyari; “Ah!” çekti! Bu yollarda çok rastladığı hadiselerden biriydi. O sadece şoförün sağ olup olmadığını düşünüyordu. Kendini bir an için onun yerine koyup acı çektiği belliydi.
Kamyonu münasip bir yere bırakıp hızla indi iki emmioğlu kaza yerine koştular. Kazazede sağdı. İncitmeden çıkarmak çok mühimdi. Oltu tarafından geldiğini tahmin ettikleri bir otobüs daha durdu. Bütün yolcular kamyonun düştüğü yere koştu. Uzun boylu, kara kuru, sırım gibi birinin koca koca tomrukları tek başına kaldırdığını görünce çok şaşırmıştı Lütfü Hoca. Sonra onun Nizam Pehlivan olduğunu öğrenip duâ etmişti. “Ben ömrümde böyle bir kuvvet görmedim…” diyecekti. Karşılıksız yardımlaşma, düşene destek vermenin en güzelini birlikte yaşadılar. Milletimizin bu fedakârlığına hayran kalmamak mümkün değildi.
İnsan hayatında nelere şahit oluyordu?
Bütün halet-i ruhiyesinde, yaşadıklarından bir şeyler gizlenmişti Lütfü Hocanın. “Boynuma kadar, aşk ile yorularak akıttığım terime gömülmeye razıyım. Yeter ki, mübarek hocamın bir kez huzurunda durayım” derdi hep. Bu coşkulu muhabbetti, kendine dinini, diyanetini öğretenlere. Sınırsız maneviyat aşkı bir kararda tutamamıştı onu. Gâh gürlemişti rahmet dolu gök gibi. Bazen kılıçtan keskin olmuştu, bazen ana sesinden müşfik ve bazen hemşehrisi Sümmani Baba kadar hercai... Muhatabına “İyi ki dinledim, iyi ki onu tanıdım...” dedirten biriydi Lütfü Hoca. Sevgi yumağı sohbetlerini, sevdiklerine kucak kucak takdim eden büyük, kocaman kalbe minnet duymayan yok gibiydi…
Erzurum’a iner inmez büyüklerinin âdetine uyarak, mübarek türbeleri ziyaret etti, önceden okuduğu hatimleri tek tek dağıttı. Alvar’a gidemedi ama uzaktan ona da hediye hatimlerini gönderdi. Sonra Narman Çiçek Palasa uğradı. Pencere kenarındaki masada bir grup oturmuş çay içiyor, sohbet ediyordu. Selam verdi geçti. Kalmak için boş yatağın olup olmadığını sordu. Kaydını yaptırdı. Döndü, boş bir masada oturdu, çay istedi. Bu arada “Şu kara sakallı bizim köylü Hafız Lütfü değil mi?” seslerini duyunca hemen lafa girdi.
- Ya Vuslat Bey! Ne zamandan beri sizin köylü oluyorum? Tanımadın mı çocukluk arkadaşını?
- Oo! Hafız Lütfü! Hadi ben tanımadım, sen yanımızdan vurup geçince niçin selâm vermedin?
- Tövbe de Bey! Hem yüksek sesle verdim. Sor yanındakilere.
- Tamam tamam hep üste çıkmasan olmaz!
- Köylü, üste çıksa ne çıkmasa ne! Ayda yılda bir işimiz düştü, sizin de burnunuzdan yüzünüz görünmüyor!
- Çok ağır laf! Hele geleyim yanına bakayım bunun altından ne çıkacak? DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.