Etraf sanki yeni tutuşturulmuş, koyu bir dumanla örtülmüştü...

A -
A +
Köyün göründüğü tepeye çıktığında etrafı seyre daldı. Hurtkesen zirvesi görünmüyordu sisten, pustan...
 
Şehadetnameyi alıp geri dönmesi, sanki canlı bir rüyaydı. Sabah dışarı çıktığında hava pek kapalıydı. Anacığı, “Gitme oğul bugün burada kal!” dese de “Ana, göçler gitti. Bu hoca nerede? Merak ederler! Hem ayıp da olur!” diyerek, müsaade almaya muvaffak oldu. Pertivan’ın önünden İd’den, Keğani’ye oradan da Koçkans’a gitmesi zor olmadı.
Köyün göründüğü tepeye çıktığında etrafı seyre daldı. Hurtkesen zirvesi görünmüyordu sisten, pustan. Olacak bu ya ilk gün hava pek serindi. İnsan kendini, elbiseleriyle Sütlü Pungar’a düşüp dışarı çıkmış gibi hissediyordu.
Etraf sanki yeni tutuşturulmuş, koyu bir dumanla örtülmüştü. Karanlığı delercesine yağan yağmur; sokakları, kapı önlerinde ne var ne yoksa; çeri çöpü, taşı toprağı yıkayıp boz bulanık çaya akıtıyordu. Bu muhteşem yağmur sağanağıyla köye ilk defa giren Lütfü Hoca, uzun pardösüsünün etekleri rüzgârda savrularak nazlı, bir o kadar da harp kazanmış mesut bir komutan edasıyla ilerledi. Sert esen rüzgâr; insanları ve bütün hayvanatı hizaya getirmiş, hürmetle boyun eğdirmiş gibiydi; tabii ki biri hariç. Erzurum’dan şehadetnamesini alıp ilk defa imam olarak köye gelen Lütfü Hoca…
Bu şiddetli bahar yağmurlarında ot yığınlarının altından başını uzatmış, yeni toprak yığmış köstebek yuvaları misali iddiasız köy evleri; coşkulu kalplere kocaman sıcaklıklar ulaştırmaya çalışıyordu.
Lütfü Hoca düşündü. “Hayatımız, mevsimler gibi değil mi? İnsanlar da öyle; bazılarımız ilkbaharı yaşarken kimimiz sonbaharda yaprak döküyor... ama her şeye rağmen hayat da mevsimler de güzel…” dedi, yeni evini soracak birini aradı.
                          ***
          GÖRÜLMEMİŞ DERT!..
Eski ismi Koçkans, yenisi Sütpınar olan köye çabuk alıştı Lütfü Hoca. Zaten beş sene Verintap tecrübesi daha bir pişirmişti onu.
Komşular arasında zengin-fakir, o sülale bu sülale, okumuş-cahil, hürmetkâr ya da değil, hısım-akraba, eski dost yeni cemaat, velhasıl hangi isim ve sıfat altında olursa olsun ayırım yapmayacak veya o görüntüyü vermeyecekti. Düğünlerinde, cenazelerinde, sevinçli günlerinde veya üzüldüklerinde herkesten önce köyün imamı olarak yerini alacaktı. Yarası olanın yarasını saracak, sıkıntısı olanın imdadına yetişecekti. Bunları rol icabı değil, bizzat inanarak, bilerek, isteyerek candan yapacaktı. Hem dinimizin emrine, hem de mizacına, tabiatına münasipti bu saydıkları.
Köye geleli iki üç hafta olmuş veya olmamıştı ki henüz yaylaya çıkılmamış, çayırların biçilme vakti eli kulağındaydı. Öğlen vakti miydi ne? Namazdan çıkmış, ihtiyarlarla caminin eskiliğini, nasıl yapıldığını inceliyorlardı. Duvar kalınlığında anlaşamadılar, kimi iki metre, kimi bir, kimi iki adım eninde diyordu.
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.