“Komşumuz Dursun Ağa'nın gelini bir illete yakalanmış!"

A -
A +

 Caminin yakınında Seyfullah Dayıların bitişiğindeki, oğulları Almanya’da olan evden bir şamata yükseldi!

 
“Cenaze Mustafa” lakaplı cami cemaatinden köyün üç bakkalından biri olan Mustafa Dayı; “Halep oradaysa arşın burada…” dedi, Lütfü Hocaya baktı. “İsterseniz metreyi alıp geleyim. Tahmin yürütmektense doğrusunu bilelim, olur mu Hocam?” dedi. Ev zaten iki adımlık mesafedeydi, hızla gidip dönmesi bir oldu. Pencerenin içinden bir de kapıdan ölçtüler. Neredeyse bir buçuk metre kalınlığında kaba taşlarla yapılmış çok eski yapıydı. Lütfü Hocanın maksadı, büyük köye yakışır, ferah bir câmi yaptırmaktı. En azından mevcut olanı tamir ettirip yenilemek, köyün ihtiyaçlarına da cevap verecek hâle getirmekti. Bir bakıma cemaat de “Nereden çıktı cami yaptırmak? Eski köye yeni âdet…” demeden, ileride startı verilecek bu hizmete alıştırılıyordu yavaş yavaş. Verintap’ın camisi de çok eskiydi. İstediği gibi olmasa da tepeden tırnağa kadar yenilenmiş, köyün hizmetine takdim edilmişti.
Avlu, medrese olarak yapılan bölmeler gezildi. Bu arada Caminin yakınında Seyfullah Dayıların bitişiğindeki, oğulları Almanya’da olan evden bir şamata yükseldi. Herkes kulak kabarttı gayr-i ihtiyari. Seyfullah Dayı; “Bizim komşu Dursun Ağa'nın gelini bir illete yakalanmış, birkaç gündür. Ne yaptığını bilmeden evi terk etmek istiyormuş. Çok perişanlar. Doktora götürmüşler. Başı ağrımıyor, dişi değil, bedeni sapasağlam. ‘Psikolojik bir vaka’ demiş, birkaç kutu hap verip geri göndermişler. Kullansa da kullanmasa da fark etmiyormuş. Yine aynı tas, aynı hamam! Onlar da ne yapacaklarını bilmeden sabah akşam, çocuk bekler gibi nöbet tutuyorlar başında… Çok perişanlar çok!” dedi. Lütfü Hoca, “Hım!” dedi, oradakilere döndü, “Seyfullah Ağa, beni oraya götürsün, sizler de evlerinize, işlerinize… Hep beraber gidilecek bir duruma benzemiyor. Belki üzülebilirler...” Cemaat de hak verdi vedalaştılar.
Hiç vakit kaybetmeden Dursun Dayıların bahçeden içeri girince, “Hoca Efendi gelmiş” deyip biraz toparlanma olsa da adamların keyifleri kaçık, pek yorgun görünüyorlardı.
Ondan sonrasını Lütfü Hoca şöyle anlatıyor:
Selam verdim, hâl hatır sorulduktan sonra;
- Geçmiş olsun Dursun Ağa! Bilmiyordum, yeni öğrendim sıkıntınız olduğunu!
- Sorma Hocam! İçimiz alev almış cayır cayır yanıyoruz! Dumanım başımdan çıkıyor da gören yok! Öyle bir illet ki ne yapacağımızı şaşırdık!
- Detayını anlatmayın. Sizden bir şey rica edeceğim.
- Ne demek Hocam? Emriniz olur! Başımızın üzerine!
- Yok emir değil, istirham! Tarife göre, hasta kardeşimize cin musallat olmuş. Hocalarımdan bu hususta icazetliyim. Hani derler ya; “İyi olacak hastanın ayağına doktor gelirmiş…” Siz de öyle düşünün. Sadece acele etmeyin, panik yapmayın, dediklerimi yapın kâfi.
- Buyur Hocam… İnşallah! Kul sıkışmayınca Hızır yetişmiyormuş! Allahım ey büyük Allahım!
- !!!
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.