Çay, ay ışığında bir ayna gibi parıldıyordu...

A -
A +
Kıble istikametinde, tam kayalıkların dibinde bariz bir şekilde birkaç ışığın yandığını görünce donakaldı.
 
Sütpınar kayalığının üzerinden doğan dolunay, gümüş bir tepsi gibi köye göz kırpıyordu. Her şey çisil çisil aydınlık, söğüt ve kavaklıkların aksi gölgeleri birbirini takip ediyor, tılsımlı havayı tamamlıyordu. Sanki yeniden oluş hâlinde bir dünyadaydılar da onların henüz haberleri olmuştu. Sanki burası bizim için ve biz de burası için yeni baştan hazırlanıyorduk. Sil baştan toparlanacağımız bir dünyaydı da yeni keşfetmiştik.
 
Köyün ortasından şırıldayarak akan çay, ay ışığında hareketli gümüş bir ayna gibi parıldıyordu. “Su gibisi var mı?” dedi, ecdat sözlerinden birini hatırladı: “Akan su yosun tutmaz…” diğer bir ifadeyle “pislik tutmaz” dedi, kendi kendine. Asırlardan bu yana gelen tecrübelerin kelimelerle ifade edilme şekliydi bu özlü sözler. Ona göre su, dağılan hayalleri toplayarak, madde ve cisimleri bünyesinde eritip eşyayı yeniden şekillendirme vazifesinde, muhayyileye yardım ederdi. Aynı zamanda hayallerin devamlı birleşmesini temin ederek bir kocaman bütüne götürür, eşyaya bağlı hülyaları yerinden söküp koparan yumuşak bir hareket getirirdi. Çeşitli düşüncelerle Mevlüt Ustaların damından etrafı temaşa ederken aslında o, Dursun Ağalardan gelebilecek sevindirici haberleri bekliyordu farkında olmadan.
 
Kıble istikametinde, tam kayalıkların dibinde bariz bir şekilde birkaç ışığın yandığını görünce donakaldı. Bildiği kadarıyla orada ev yoktu. Bu saatte insanlar da gidip oturacak değillerdi ya. Sanki birkaç ahbap ellerinde fenerle sohbet ediyorlardı. “Bunda bir hikmet olmalı…” dedi, üşenmeden pınara gitmeye karar verdi.
 
Sabah namazına ve yatsıya rahat gidip gelebilmek için cebinde her zaman bir el feneri bulundururdu. Önünü aydınlatarak bacadan indi, dar sokaktan yavaşça geçti. Dilavar Dayıgil’in basmalıklardan çaya indiğinde suyun daha bir çoğalmış olduğunu fark etti. Taşlara basarak atlanacak gibi değildi. Biraz aşağıda, iki uzun ve kalın sırık yan yana uzatılıp derme çatma köprümsü bir şey yapılmıştı. Fenerle önünü ışıklandırarak yavaşça geçti. Sütlü Pınar’a geldiğinde ışıkların söndüğünü gördü, şaşkınlığı daha bir arttı. Kayaların eteğini, Topçuların mereğin kapı önlerini, Fehim Babanın değirmenine kadar bütün bahçe duvar diplerini tek tek aradı bir şey göremedi. Fokur fokur kaynayan pınardan abdest aldı. Aynı yollardan tekrar Mevlüt Ustaların dama çıktı. İlk işi gezdiği yerlere bakmak oldu. Ne görsün? Yine ışıklar yanmıyor mu? Bu sefer, “Sagıp…” diye eve doğru seslendi. “Ne var babacığım?” cevabını alınca; “Hele gel oğul, bak bakayım şu karşıda ne görüyorsun?” Sagıp, henüz çocuk denecek yaşta, ilk mektebe gidiyordu. Babasının işaret ettiği tarafa baktı baktı. “Babacığım karanlık, bir şey görünmüyor! Yoksa kurt mu inmiş köye?” Yaz kış demeden yaban hayvanlar sağda solda dolaştıklarından, çocuk haklı olarak böyle bir sual sordu. Bu sefer de, “Anneni çağır gelsin” deyince, koşarak eve girip çıkması bir oldu.
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.