Tencerenin dibi

A -
A +

Osmanlının ihlasın zirvede olduğu dönemlerinde değişmez düstur "ya devlet başa ya kuzgun leşe"dir. Bu kaidede devlete bağlılık en som şekliyle ifade edilir. Bu sözde serapa samimiyet mevcuttur. Devlet, asırlarca akından akına bu anlayışın tepeden tırnağa yaşanması ile koşmuştur. Uğruna ölünen bir devlet ve gözünü budaktan sakınmadan canını veren mensupları vardır. Sözün özünde almak değil vermek fikri hakimdir. Daha sonra o asil ölçü, bir rezil kıstasla yer değiştirir "devletin malı deniz, yemeyen domuz." Umulurdu ki geçen zaman, yeni rejimler, modern iktidarlar, bir yere gelip de yöneten iradenin kalbini önceki güzelliğe döndürsün. Ne gezer. Aksine materyalist temayüller makam sahiplerini tamamen 'ben' merkezli olmaya yöneltti. Ve böylece çürüme, yavaşlama yerine hızlandı. Buna paralel olarak daha başka aşağılık tavizler de gündeme oturdu ve bir daha da sökülüp atılamadı. "Bal tutan parmağını yalar", "benden sonra tufan" gibi... Ama bunlarla da kalınmadı. Öteki aşağılıklar da revaç buldu. Bu ikinci hamle ile de birinci tavra dolaylı destek veriliyordu. "Vatan, millet, Sakarya!..." Vatan da millet de vatanın can damarları da istihza konusu olmaktaydı. Bunlar devam ediyor. İtiraf etmeliyiz ki maziden iyilikleri, faziletleri, fedakârlık ahlakını... değil, kötülükleri devraldık. "Ya devlet başa ya kuzgun leşe" diyen kalmadı. "Devletin malı deniz..." fırsatçılarıysa aç kurtlar misali çoğaldı. "Hortumcu", "hortumlamak..." her ne kadar amiyane tabirler olsa da bunlar büyük talanları özetleyen maşeri çığlıklardır. Hırsızlık, rüşvet, dolandırıcılık, suiistimal o noktaya gelmiş ki bunlar kendi zarfları ile tarif edilemez olmuş. Onun için mezkür kelimeler ortaya çıktı. Bütün bu menfilikler ne yazık ki devlette yaşanıyor. "Devlet" dediğiniz ne? Bir hükmi şahsiyet. Malı herkese ait. Zirvedeki insanın da hakkı var onda, "Tüyü bitmemiş" yetimin de. İşte bunlara aldıran yok. Herkes, kesesini doldurmak, herkes, gününü gün etmek peşindeydi. Bunun terk edileceğini beklemek zor. Bir kişi milyon dolarlar harcayarak vekil seçiliyor. 5 yıllık maaşını toplasanız seçim harcamalarını karşılamaz. Peki nasıl oluyor da bunu yapıyor? İşte pespaye bir mazeret. "Tavuk gelecek yerden yumurta esirgenmez." Krizden ne gün çıkılır? Böyle giderse hiçbir zaman. Anlık, aylık, yıllık iyileştirmeler krizin kökten sökülüp atılması değildir. Ruhumuzu bulmamız lazım. Aklımızı, ahlakımızı, vicdanımızı, Allah korkusunu. Bir "haram" kelimesinin yaptığı caydırıcılığı hiçbir müeyyide temin edemez. İster milletvekili olsun, ister bakan, isterse genel müdür. Makama hizmet için talip olan anlayışı hakim kılmak lazım. İhale kapıp "malı götüren" zihniyet değil. O zihniyet etkili olursa işte devletin başına böylece bir çok lüzumsuz havaalanı külfeti açılır. Suiistimalin her türlüsünü işitmiştik. Fakat havaalanı yoktu. Pes doğrusu. Bu kadar olur. "Devletin malı deniz yemeyen domuz" kepazeliği şaha kalkmış durumda. İyi ki kriz oldu da rezalet perdesi bir parça aralandı. Herkes tencere ve herkes bir diğerine karasını haber vermekte. Bu memlekette ayna yok mu? Var. O aynada şunlar görülüyor. Din istismarı, milliyetçilik istismarı, Atatürk istismarı ve çalıp çırpmalar. Kriz geç bile kaldı.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.