Sonbahar ölümleri

A -
A +

Güz mevsiminin tekin olmadığı bir kere daha anlaşıldı. Son zamanlarda o kadar çok eş-dost, akraba-arkadaş...Veda etti ki. Bazılarının hastalandığını hiç işitmedik, bazılarının cenazelerine yetişemedik. Onlar sanki sonbaharın girmesini bekliyorlardı. Çınar yaprakları gibi, düşen bir gül gibi bu dünyadan ayrıldılar. Genç olanları vardı. Orta yaşta olanlar, yaşlılar. Aslında herkes genç ve aslında herkes ihtiyar. Bu bir his meselesi. Bir zamanlar ülkemizde ortalama yaş 40 sayılırmış. Daha 40'lı yıllarda. Doğrusu şu geçen asrın ilk yarısı her yönüyle felaketleri yaşatmış. Sıtmalar, veremler, vebalar...gencecik insanları alıp alıp götürmüş. Daha evvelinde de bitip tükenmez harpler kırmış. Ölümler vardır; "düşman başına" diyemezsiniz. Bir ömür korkunç biter. Ölümler vardır. Yumuşacık, sessiz-sedasız bir vedadır. Bir insan, kimseyi rahatsız etmeden ötelere süzülür. Ölenlerin her ne olursa olsun bu dünyaya doyduklarını sanmayız. Hele arkada yavruları varsa. O yavruların da gidenlere doymadıkları gibi. Yaşlı ölümü sıralıdır. Genç ölümüyse bir fidanın boynunu bükmesi. Bir de âlimin ölümü vardır. Âlimin mürekkebi, şehidin kanıyla tartılacak, âlimin mürekkebi ağır gelecek. Bu âlimi alakadar eden taraf. Bir de dünyada kalanları alakadar eden taraf var." Âlimin ölümü, âlemin ölümü"dür. Gerçekten öyle. Her âlimin eksilmesi ile dünyada tat biraz daha azalmakta. Onun için âlimin yerini doldurmaya bakmak, yenilerinin yetişmesi için çareler düşünmek bir mecburiyet. Bu sonbaharda toprak ananın kucağına son teslim ettiğimiz kişi, Prof. Dr. Orhan Karmış Hoca oldu. O'nu tarife ne hacet. Zaten kendisini tanıyorsunuz. Hakîkî ilim ehli ve hakîkî din adamıydı. Ne siyaset, ne şöhret ve ne de menfaat için ilmine toz kondurdu.. Olgun başaklar gibi başı önündeydi mütevazı ve ilmiyle amildi. Sevgili Peygamberimiz -sallallahü aleyhi ve sellem- "ölüm dehşettir" buyuruyorlar. Ve en iyi vâiz, nasihatçi. İnsan, bir ölüm haberiyle sarsıldığında ilk düşündüğü Resulullahın da dünyasını değiştirmiş olduğudur. Ölüm kötü olsaydı, O, ölümü kabul etmezdi. Ölü yakınları, bunları ve dünyanın faniliğini hatırlar ve ıslak gözlerle teselli bulur, dualar, hatimler ve hediyelerle sevinirler. Mü'minin ölümü bazen insanı şaşırtmakta. Cenaze evi, bir düğün evine dönüşebilmekte. Müslümanın ölüm kültürü bile başlı başına zenginliktir. Hastanın ölümünden, kabre verilmesine ve arkadan taziyelere kadar her şey yerli yerince işler. İnsan, bu mükemmel işleyişi, sevgi ve dayanışmayı görünce ister istemez inançsız insanın zavallılığı aklına gelmekte. İnkârla mutlak doğru değişmez ki. Ölüm sevgiliyi sevgiliye kavuşturan bir köprü. Son değil başlangıç. Bir rüyanın bitip, hayatın başlaması. Onun için İslâmiyeti tanımayan mü'minin ölüm anlayışını kavrayamaz. Müslüman ana, can yavrusunu askere uğurlarken "haydi yolun açık olsun, ölürsen şehid, kalırsan gazi ol!" der. Bu hem ak pürçekli ananın duası, hem temennisi, hem emridir. Şehid rütbelerin en ulusuna kavuşur. Şehid anası da bir ulu tâcâ. İslâm savaş kültüründe cepheden kaçma yoktur. Baba, eve sokmaz, ana sütünü helal etmez. Mü'min, ölüm karşısında tam mütevekkildir. Zira şu bir düsturdur. O'ndan geldik, yine O'na gideriz. Bunu bilmeyenlerin İslâm dünyasını çözmeleri imkânsızdır. Sonbaharda yapraklar sararıp yere düşerken bazı hayatlar da toprağa düşer. Sonra kış gelir. Kar bir kefen gibi kabir taşlarını ve kabirleri örter. Sonra bahar gelir, kabir toprağında çiçekler yükselir. Bazısı gelinciktir, bazısı papatya. Zaman akar, eller yıldızlara değercesine dua için uzanır. İnsan, ölüleri ve sağlarıyla birlikte yaşar. Rahmet dört bir yanı sarmıştır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.