BİR CEMAAT GAYRI MİLLİ OLAMAZ

A -
A +

13 Aralık 1925 tarihli Resmî Gazete'de yayınlanan bir kanunla Tekke ve Zaviyeler kapatıldı. Böylece tarikat faaliyetleri, dergâh sohbetleri yasaklanmış oluyordu. Faaliyet ve mekânlar yasaklanmıştı ama buralara mensup insanlar vardı. Bu insanlar, iki yol seçtiler. Hususi hayatlarında, ev sohbetlerinde ait oldukları tarikatin uygulamalarını yaşadılar. Cemiyete dönük olarak da dernek, vakıf gibi adlarla teşkilatlanarak yollarına devam ettiler. Bir şey değişmemiş, tabela farkı ortaya çıkmıştı. Ama; elbette ki her şey bu kadar kolay değildi. Kemalist rejim, vatandaşı evinde derneğinde de rahat bırakmıyor, oralara da baskınlar yapıyordu.

Hadise, en az 50 yıl böyle devam etti.

Bahsettiğimiz manzara, bu topraklarda asırlardır var olan ve devlete imkân, millete mâneviyat katan Nakşi, Kadiri... gibi tarikatlere mahsus dramatik hikâyedir. Bu hikâyenin içinde hiç yoktan hapis hayatları, zındanlar ve dizi dizi idamlar vardır. Bu tarikatlerde sonu tâ Sevgili Peygamberimize -aleyhisselam- çıkan  bir mânevi önder silsilesi yer alır.

Nurculuk böyle bir tarikat  değildir. Bu ismin izafe edildiği zat, bir müelliftir. Kendi görüş ve anlayışıyla eserler yazmıştır. Bu kalem çalışmalarını yaparken siyasete de uzak durmamış O da tıpkı Mehmet Akif gibi Sultan ve Halife Abdülhamid Han'a ağır tenkitler yöneltmiştir. Meşhur olduğunda lakabı "Said-Kürdi"dir. Fakat rejimin Kürt probleminden dolayı Kürdî, Nursî yapılmıştır. Zaman içinde "Bediüzzaman Said-i Nursî" diye tanındı. Cumhuriyet kurulurken destek olmasına rağmen daha sonra  tehlikeli görülenler arasında sayılmıştır. O tarihten itibaren rejimden yana devamlı surette sıkıntı yaşadı. 27 Mayıs 1960 darbesinde mezarı bile yok edildi.

Üstad Said-i Nursî'ye baskı devam ettikçe taraftarları çoğaldı. Takipçiler, müellifin daha ziyade kelam ilmine dayalı ve insanı ilâhî kudret karşısında tefekküre çağıran kitaplarını okurken evlere baskınlarla yıldırılmaya çalışıldı.

O'nun vefatından sonra talebeleri, değişik yorumlarla şekillendiler. On kadar gruba ayrılan Nur faaliyetlerinden biri de Gülen Hareketiydi.

Sn. Fethullah Gülen, merhum Said Nursî'nin bir şakirdi iddiasıyla yola çıktığı hâlde zamanla âdeta istiklalini ilan ederek "Hizmet Hareketi" adı altında şaşırtıcı bir hız ve anlaşılması zor bir mahiyetle önce Türkiye'ye sonra dünyaya yayıldı. Bu hareketin üç nirengi noktası vardı. "Hoşgörü", "dinlerarası diyalog" ve "eğitim yoluyla Türkçe'yi dünyaya yayma".

Hadise bu üçlemedeki kadar netlik kazanana kadar hemen herkes, harekete sıcak bakıyor, imkânlarını zorlayarak nakden, malen veya fikren yardımcı oluyordu. Fakat bu arada Papa ile görüşüp ona hürmet göstermeler, kulaktan kulağa yayılan "gayrı müslimler de cennete gidecek!" diyorlar, "Hocaefendi, Peygamberle Allah'la konuşuyormuş!" gibi iddialar da zihin bulandırıyordu. Derken AK Parti de iktidara gelmişti. Bir iktidar tabiîdir ki kadrolara muhtaçtır. Bu sebeple Başbakan Sn. Tayyip Erdoğan da "alnı secdeye varan kardeşlerimiz" anlayışından hareketle İçişleri, Adliye, MEB ve TRT gibi bakanlık ve kurumları âdeta bu cemaatin mensuplarına bıraktı. Şimdi anlıyoruz ki bir tarafta iktidar yürürken ona paralel olarak cemaat de yürümekteymiş. Şimdi anlıyoruz ki gayrı müslimlere gösterilen hoşgörü diğer vatandaşlara hatta aynı kökten geldikleri Tahşiyecilere bile çok görülmüş. Yargı, asker, polis ve eğitimde her kademeyi ele geçirmek için her şey mubah sayılmış. Varılan noktada "cemaat" yerine, "camia" denmeye başlanmıştı. Türkçe olimpiyatları, "Anadolu ateşi" gibi sahne oyunlarına dönmüştü.
Ergenekon davalarının suistimal edildiği ise bugün anlaşılıyor.

7 Şubat 2012'de kendilerine mani gördükleri MİT Başkanı Hakan Fidan tutuklanmak, 17-25 Aralık 2013 darbe teşebbüsleriyle Başbakan Erdoğan'ın ellerine kelepçe takılmak istendi. MİT tırlarının yolu kesildi vs.

Bu bir cemaat veya benimsedikleri tarifle camia faaliyeti değildi.

Bir Nur hareketi hiç değildi.

Nitekim diğer Nur grupları, hayretler içindeydiler. Aralarından çıkan bir kişi ve onun etrafında kurulan şematik yapı, dünyayı arkasına alarak  içerde hükümet yıkıp devlet olmak istemişti. Takiyye zirve yaptığından, "hedefe giden yolda her söz mubahtır" anlayışı hakim olduğundan darbe yoluyla devleti ele geçirmek için her delil uydurulmuş, her tuzak kurulmuştu. Bugün arkalarında işbirliği içinde çalıştıkları batı basını, İsrail basını, AB vs. yer almakta. Hazırlık dosyalarında silahlı terör örgütü, delil uydurma... gibi iddialar varken sorgulama  basın hürriyetine müdahale olarak takdim edilmekte. Hakiki cemaat ve tarikat mensupları hapse düştüler, işkence gördüler, idama gittiler fakat yabancılarla diyalog kurarak devletleri aleyhine gayrı milli olmadılar. Bir cemaat yahut camia gayrı milli olamaz. Olursa tehlikeli olur.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.