BARIŞ RENKLİ BAHAR

A -
A +
En kıymetli varlık insan. Ülkelerin de en kıymetli varlığı insan. Bunu biliyoruz. Biliyor ve üstelik genç nüfusa sahip olmakla övünüyoruz. Ne var ki bunu bilen ve buna inanan insanlar olmamıza rağmen insanı harcayan ideolojiler yüzünden on binlerimizi kaybediyoruz:
1968-1980 arasında 5 bin genç katledildi. Bunların bazısı ülkücüydü bazısı solcu. Hepsi de 20'li yaşlarındaydı. Her biri kendi cephesinden memlekete hizmet etmek, geri kalmışlık zincirini kırmak için mücadele vermekteydiler. Usulleri farklı olsa da hedefleri aynıydı. Oturup konuşabilselerdi ortak yanlarını keşfedecek, silah tutan eller, birbirini sıkacaktı.
Sol-sağ kavgaları, 12 Eylül'de darbe zoruyla bitirildi. 1980-83 arası silahların gölgesinde sakin geçti. 1983'te seçimler yapıldı. Demokratik mekanizma tekrar devreye girdi. ANAP iktidar oldu. Bir yıl sonra 1984'te PKK, Cizre'de katliam yaptı. Ondan sonra silahlar susmadı. Yine 20'li yaşlarda insanlar öldü. Ölenlerin bazısı dağda Kürtçü militandı, bazısı orduda Mehmetçikti. Bu defa üstelik savaş uçakları, tanklar ve diğer muharebe silahları devredeydi. Hazine dağlara-taşlara akıtılıyordu. Ne 12 Eylül'ün "Kürt yoktur!" kanunu bir işe yaramıştı, ne onlarca yıl süren olağanüstü haller. Neticede 30 bin genç insan öldü, 30 sene kayboldu ve Türkiye'nin bütün dış borçlarını kapatacak denli hazine boşa harcandı.
İşin gerçeği şu ki yirminci asır Türklerin kayıp asrıdır. Resmî ideolojinin Hanedan'ı yurt dışına sürmesinden itibaren bu memlekette dindar, muhafazakâr, solcu, Kürtçü, ülkücü herkes ya eş zamanlı olarak veya dönem dönem zulüm gördü. Şeyh Said olayında, Menemen Vak'asında olduğu gibi çok kere ayaklanmayı teşvik eden kışkırtmalar yapıldı. Bu kışkırtmalarla İstiklal Mahkemeleri kurulup insanlar asıldı. Bu memlekette haksızlık yaşayanlar sadece Kürtler olmadı. Kürt kimliğinin tanınmasından 15 sene sonra Müslüman kimlik tanındı.
Derin devlet, hem kriz çıkarttı, hem de o krizi yönetemedi. Zannedildi ki herkes Osmanlı Hanedanı, dindarlar ve ülkücüler gibi kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyecek.
Öyle olmadı...
Tarihin bir döneminde bazı Kürtler, dış istihbarat ağlarıyla çekilip çevrilmeye başlandı. O sırada devleti yöneten sivil ve askerî irade tehlikeyi görecek basiret gösteremedi. Tehlike "üç beş çapulcu" diye kibirli telakkilerle tartıldı. Yara azmanlaştı, hudutlarımızı aştı. Bereket ki büyük Kürt kitlesi Kürtçü sosyalist ideolojiye mesafeli durdu. Eğer AK Parti diye tarihte olduğu gibi ümmet ölçekli ortak bir renk ortaya çıkmasaydı tutunacak dal bulamayan o kitle de eriyecekti. Bu yönüyle AK Parti, üstelik onun kurucu ve yöneticileri de resmî ideoloji mağdurları olduğu halde ülkenin birlik ve dirliğinin kurtuluş vesilesi olmuştur.
Emperyalizm, Kürtçü ideoloji vasıtasıyla bizi vurdu. Bu memleketin çocuklarının üzerinden silah sanayii ve uyuşturucu trafiği çalıştı. Nihayetinde hiç de umulmadık bir zamanda ve Paralel Yapıya rağmen Barış Süreci yakalandı. Çünkü daha evvelinde istikrar ve kalkınma yakalanmıştı. İki yıldır kan akmıyor. İki yıldır analar ağlamıyor. Vardığımız noktada barış kalıcı hale gelmek üzere. 21 Mart 2015 Nevruzu münasebetiyle Abdullah Öcalan, taraftarlarına silahların terk edilmesi, silahların gömülmesi, demokratik siyaset yoluyla ne denecekse denilmesini tavsiye edecek.
Bugünlere, sn Erdoğan'ın çok sağlam durması, Başbakan olmasından itibaren sn Davutoğlu'nun tam bir kararlılık göstermesi ve Kandil, HDP  ve Avrupa'daki Kürtlere rağmen kendisi içerde olduğu halde savaştan usanmış ve aslında her isteği de karşılanmış Kürt kitlenin hissiyatını çok daha iyi okuyan Abdullah Öcalan'ın gerçekçi tutumuyla gelindi.
Bir farklı bahara vardık.
Bahar güzeldir.
Barış renkli bahar daha da güzeldir.
Düne dair ne varsa onları toprağa gömüp kucaklaşmaksa hepsinden güzeldir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.