BU DÜNYA DARBECİLERE KALMADI!

A -
A +
27 Mayıs 1960 günü belediye hoparlörlerinden yapılan anonslar, bugün gibi kulaklarımızda. Korkunç yalanlar söyleniyordu. Üniversite gençleri kıyma makinalarından geçirilmişti. Demokrat Parti iktidarına, Başvekil Adnan Menderes'e hakaretin her çeşidi yapılmaktaydı. Aileleri bile sokağa çıkamaz durumlara düşürülmüştü...

Kıyma makinaları, kuyruklar, düşükler.. diye sıralanan hakaretler elbette sürpriz değildi: Darbecilerin devirdikleri bir iktidarla onun başındaki insanları övmeleri beklenemez. O zaman darbe yapmalarının izahı mümkün olmaz. En süflisinden yalan ve iftiralar darbecilerin meşruiyet ve haklılık arayışları içindi...

Darbeci cunta, aslında iktidarın CHP'den DP'ye devri gününden beri vardı. Bugün bile şu asılsız iddia dile getirilebilmekte. Sanki İsmet İnönü, bir sabah kalkmış ve etrafını toplayarak "artık tek parti hayatı ile yola devam etmek ayıp oluyor. Dünyada böyle bir şey yok. Olanlara da faşist idareler denmekte. Biz cumhuriyeti aynı zamanda demokrasi gibi gösterdik. Bunlar yakışık almıyor. Tez zamanda bu hatadan dönerek çok partili rejime geçelim" demiş gibi tarihî gerçeklerle alâkasız yazılar yazılabilmekte. Halbuki, devir 1945'i bulduğunda yeni süper güç ABD, reis-i cumhur İnönü iktidarına çok partili hayata geçilmesini, geçilmediği takdirde bir takım ekonomik mahrumiyetlerin geleceğini ihtar etti. Bunun üzerine DP ve başka partiler kuruldu. CHP ancak hilelerle 1946 seçimlerini kazanabildi. 1950'de ise DP ezici bir çoğunlukla iktidarı devraldı.

DP 14 Mayıs 1950'de galip gelince ileride Turgut Özal'ın da yaşayacağı gibi Adnan Menderes'e mazbatası bir müddet verilmedi. CHP kodamanları "ne yani şimdi iktidarı Hasolara-Memolara mı bırakacağız?" diyorlardı.

Adı "Halk Partisi" olan bir politik oluşumun halka bakışı böylesine aşağılayıcı idi. Onlar, bu fakir ve garip halkı, yabancı sefirler, üstü-başı dökülür kıyafetler içinde görmesinler diye Ankara'da Ulus'tan bırakmayan kimselerdi. Halka bu gözle bakanlar o halkın diniyle ve diliyle alakalarını kesmişlerdi. Onlar "on yılda 15 milyon genç yarattıkları iddiasındaydılar". Bir yandan dolaylı-dolaysız şekilde İslamiyete, diğer yandan Osmanlı tarihine demediklerini bırakmıyorlardı.
Menderes Hareketi, milleti köklerinden koparmak isteyen yabancılaşmış sözde aydınlara "yeter söz milletindir!" demişti. Adnan Menderes'in iki tasarrufuyla iki sözünü hiç affetmediler. DP iktidarıyla birlikte Ezan, asli şekliyle okunur olmuştu. Osmanlı Hanedanının kadın mensupları da Türkiye'ye gelebiliyordu. Bunları affetmediler. Başvekil, bir nutkunda "bu millet isterse Hilafeti de getirir" demişti, bu da affedilmedi. "İstersem orduyu yedek subaylarla idare ederim" sözünü de bir kenara yazmışlardı.

CHP, üniversite, medya ve asker vesayeti işbirliği hâlindeydi. Ancak bir şey yapamıyorlardı. Hem Amerika faktörü vardı ve hem de DP seçimlerde yüksek oy alıyordu. 1957'den sonra Adnan Menderes, İskenderun Demir Çelik ve İzmir Aliağa tesisleri için Washington'dan destek bulamayınca Rusya'ya yöneldi. Bu yöneliş, bu defa CHP, üniversite, medya ve askerin yolunu açtı. Rejisör Londra'ydı. Tıpkı Sultan Abdülaziz darbesinde olduğu gibi üniversite talebeleri sokağa döküldü. 27-28 Nisan 1960 Gösterileri bir ayaklanmaydı. Turan Emeksiz diye bir talebe bir tankın altında kalarak öldü. Bu genç darbeden sonra "devrim şehidi" ilan edildi. Büstü yapıldı, bir gemiye adı verildi vs. Nice zaman sonra gizli TKP üyesi olduğu ortaya çıktı.
Neticede şartları olgunlaştırıp darbeyi yaptılar...

Adalet adına yüz karası bir mahkeme, utandıran bir yargılamayla idam kararları verdi. Devleti 10 yıl boyunca yüksek muvaffakiyetle yöneten ve elbette Türkiye'ye çağ atlatmış Adnan Menderes ve iki arkadaşı idam edildiler. Ne hazindir ki onları idam eden bu darbeye "Hürriyet ve Anayasa Bayramı" dendi. Darbe adına paralar ve pullar basıldı. Bir kısım ebeveynler evlatlarına "Cemal" veya "Gürsel" adını verdiler. "Darbe" koyan olmadıysa da "Devrim" adı verilen çocuklar oldu. Adam asmanın bayram yapıldığı tek ülke olmuştuk.

Bugün 27 Mayıs cinayetini işleyenler, suça karışanlar ve yardım edenler hiç de iyi şekilde anılmıyor. Darbeci sahte kahramanlar, önceleri bir dudakları yerde bir dudakları gökteki devler gibidirler. Zaman geçince saklanacak yer bulmakta zorlanırlar. O bandolu marşlı darbelerse karakol önüne bırakılmış nesebi meçhul bebekler gibi sahipsiz kalır.

27 Mayıstan sonra Plevne Marşı tahrif edilmişti. Törenlerde çocuklara okutulan bu bozulmuş marşın bir mısraı şöyleydi:

-Kahrolası diktatörler bu dünya size kalır mı?
"Diktatör" dedikleri Adnan Menderes ve arkadaşlarıydı.
Bugün anlaşılıyor ki kendi kendilerine lanet ettiriyorlarmış...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.