İSTANBUL'UN KALBİNE SAPLANMIŞ HANÇERLER!

A -
A +
20. Asrın sonlarına gelindiğinde İstanbul Türkçesi, İstanbul Hanımefendisi, İstanbul Beyefendisi gibi mor salkımlı konaklar, mahalle hayatı ve cânım semtler de masal olmuştu. Neredeyse İstanbullu da İstanbul mimarisi de kalmamıştı. İstanbul, artık şiirlerde, gravürlerde, kitaplarda ve müzelerdeydi. Osmanlı düşmanlığı kitabelere dek, tuğralara dek, çeşmelere dek şehri yiyip bitirmişti. Hanedan sürgün edildiği gibi "İstanbul" da "İstanbul"dan sürgün edilmişti. Çağların mirası Suriçi, olduğu gibi muhafaza edilecekken bir rakip telakki edilerek tamirhanelerle ve daha nelerle hoyrat bir talana uğradı.
İstanbul ihmalinin ondan da öte ihanetinin üzerinden yarım asırdan ziyade bir zaman geçtikten ve herhalde artık ondan bir zarar gelmeyeceğine kani olununca yeniden şehircilik güzelleşmesi başladı.
Bu güzelleşme 21. Asrın başından itibaren hız kazandı. Bugün İstanbul, inanılmaz nefasette bir renk çağlayanı içinde. Her taraf tertemiz. Biz eskiden çocuklarımıza laleyi göstermek için mevsimini bekleyerek Emirgân'a götürürdük. Şimdi her yan ve her yön Emirgân. Yol güzergâhları, duvarlara varıncaya kadar süslü, çiçekli. İBB dünyada emsali çok az bir şehircilik örneği sergilemekte.
Ama bu İstanbul'da Eyüb Sultan'ın Fatih'in, Nedim'in, Yahya Kemal'in, Necip Fazıl'ın, Sezai Karakoç'un ve hepimizin İstanbul'unda İBB armasını, Kadir Topbaş imzasını taşıyan o narin güzelliklerle yarışan bir de kâbus sebebi çirkinlikler yükselmekte. Vahşi kapitalizm mayalı o çirkinlikler, bir karabasan gibi şehrin üstüne çökmekte ve sanki o güzellikleri yok etmeye, İstanbulluya hafakanlar yaşatmaya uğraşmakta.
İstanbul, tâ Şarki Roma'dan bu yana Cihanın Merkezi olmanın verdiği derin irfan sebebiyle mimariden dile, gündelik hayata kadar bir üslup şehriydi.
Bu süzülmüş, imbiklerden geçmiş üslûba kıyıldı.
Şimdi ise gökdelenlerle İstanbul hançerlenmekte.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Necip Fazıl'ın Hitabe'sindeki "zaman bendedir ve mekân bana emanettir!" sözünü müdrik şuur sahibi bir münevverdir. İstanbul'un mimari katliamına daha fazla dayanamazdı, dayanmamalıydı. Bir İstanbul sevdalısı olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, daha evvel bu Sultanahmet gölgecilerini hınçla, öfkeyle dile getirmişti. Ne var ki icraatta hiç bir değişiklik görülmedi. Başbakan, nihayet bu mimari cinayeti milletle paylaşma zarureti hissetti. Geçen hafta İstanbul'daki bir açılışta Gökkafes ve Zeytinburnu'ndaki gökdelenleri misal göstererek İstanbul ufuklarını Mehmet Akif 'in söyleyişiyle çelik zırhlı duvarlar gibi sarmış "kelp dişi gibi" gök ve yer düşmanlarını İstanbul'un kalbine saplanmış hançerler olarak tasvir etti.
Bir çok yazı ve konuşmamızda dile getirdik:
Yalnızca Kadıköy, Üsküdar sahillerinden değil, Sarayburnu'ndan bakıldığında da insafsız bir mimari berbatlığın İstanbul'un boğazına yapışmış olduğu görülmekte. İstanbul manzarası; hem Avrupa yakası ve hem de Anadolu yakasıyla mimari aktif, para aktif, belediye aktif serpintilerle kirletilmiştir. Halbuki dünyanın her yerinde tarihî şehirler üzerlerine titreyerek mimarisi, kültürü, hayatı ve her şeyiyle muhafaza edilir. Gökdelenler, uzaklara inşa edilir. Washington DC'de hiç bir bina Kongre Merkezi'nin kubbesinden daha yüksek olamaz. Bugün İstanbul'da bırakınız cami kubbelerini, minareler bile kaybolmuş vaziyette.
Şuna bir anlam vermek zor!
Bu gidişata Cumhurbaşkanı nefretle bakmakta, Başbakan'ın canı yanmakta ve fakat vaziyet değişmediği gibi aynen devam etmekte. Başbakan Davutoğlu, rahatsızlığını dile getirirken "işte belediye başkanları burada, çevre bakanımız burada" dedi. Herhalde "gereğini yapın!" demek istedi. Talimat alınmış veya daha sonra kesin bir dille tekrarlanmıştır diye düşünmek isteriz.
İstanbul'un kalbine hançer saplamak suçsa bu suçluların müteşebbis, mimar, mühendis, imza sahibi belediyeci, müfettiş her kim varsa hepsi mahkemede hesap vermeli ve ruhsatsız olanlar yıkılmalı, ruhsatı aşmış olanlar çizgilerine çekilmelidir.
Dahası Suriçi'nde yani Fatih'te de böylesi binaların yükseleceği haberleri kulağımıza gelmekte. Bunun asılsız olmasını isteriz. Zira "İstanbul", "Fatih" demektir. "Fatih'te büyüdüm, Fatih'in sokakları beni terbiye etti" diyen Başbakan Davutoğlu'nun tarifiyle "Fatih, İstanbul'un kalbidir". Bu ilçe, şimdilerde yolu, sokağı, trafiği, binası, otopark ihtiyacı ve insan manzaralarıyla topyekûn ele alınmak ve âdeta yeniden keşfedilmek ve yeniden fethedilmek ihtiyacında. Bu yapılırsa zamanla şehircilik güzelliğinin yanına insan güzelliği, gönül güzelliği yani İstanbul Beyefendileri, Hanımefendileri ve İstanbul Türkçesi de gelir. Hani ne denmiş? Yiğit düştüğü yerden kalkar. Akıldan çıkmamalı! Fatih de tükenirse geriye İstanbul diye birşey kalmaz. Adı "İstanbul" olan ruhsuz bir "Hong Kong" bu toprakları işgal etmiş olur.   
Çağın büyük mütefekkir ve büyük şairi Sezai Karakoç, "Uzatma Dünya Sürgünümü Benim!" derken İstanbul'a seslenmektedir:
 
Senin kalbinden sürgün oldum ilkin 

Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği 

Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında 

Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim 

Af dilemeye geldim affa layık olmasam da 

Uzatma dünya sürgünümü benim
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.