HÂNEDAN'A ÖZÜR BORCU

A -
A +
Hânedan, yani Kayı boyundan inen Osmanlı Sülalesi'nin bir çoğu dâhi, haylisi üstün devlet adamı ve kumandanlık melekesine sahip ve en isimsizi bile mümtaz vasıflarda olan Padişahlarla bu millete, bu ümmete muazzam bir vatan, muhteşem asırlar ve emsalsiz bir şeref ve dünyaya da bir medeniyet bıraktılar.

Onlardan kalan itibar ve şânı bugün dahi kullanmaktayız. Yavuz Sultan Selim Han ile birlikte aynı zamanda Halife-i Müslîmin olan Padişahların bu emsalsiz yüksek muvaffakiyetlerinin arkasında din-ü devlet, mülk-ü millet  ve bekamız uğruna göze evlatlarının hayatını almaya varıncaya kadar müthiş fedakârlıklar vardır.

Osmanlıda zaman, büyük bir azimle başladı, cihad ruhu yani î'lâyı kelimetullah aşkıyla muhteşem bir zirveyi buldu, fakat hüsranla  bitti. Haçlılar, İstanbul'u geri alamadılarsa da O'nu işgal ederek intikamlarını hayata geçiren pazarlıkların galip tarafı oldular. Türk tarihinin de dünya tarihinin de en büyük facia ve kasıtlı sui muamelelerinden biri Osmanlı Hânedan'ını 3 gün içinde memleketten apar topar sürgün etmektir.  Adalet, amme hukuku, hususi hukuk, insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları, kul hakkı, vefa hissi, vicdan... gibi üst değerlerin hepsi hiçe sayılarak keyfî ve zorba kararlarla Osmanlı Hânedanı bir eşyanın kapı önüne konması gibi hudut haricine yollandı. Kimsenin yaşlı olmasına, bebek olmasına, hasta olmasına, parasız olmasına bakılmadı. Ellerinde dönüş imkânı vermeyen birer pasaport, küçük birer cep harçlığı vardı hepsi o kadar. Artık Türk kara suları ve hava sahasından bile geçemiyeceklerdi. Tarih derslerinde okutulan "vatanı kurtardı" klişe ibaresi zannedilmesin ki tek başına düşmandan kurtarmayı kasdetmektedir. Sinsi ibarenin asıl maksadı Osmanlıdır.

Bize bir imparatorluk, yüksek bir şeref bahşeden, en nihayetinde yine de büyük bir vatan bırakan bir Hânedanın evlâtlarına fenalıkların en dehşetlisi yapılmıştı. Buna rağmen Hânedan mensupları, sürgün yaşadıkları 3 Mart 1924'ten 15.05.1974'e kadar yarım asırlık zaman zarfında sığındıkları diyarlarda açlıktan ölmeyi göze aldılar fakat ne Türkiye aleyhine bir faaliyette bulundular ve ne de  Türkiye aleyhine konuştular. Bu, öldüğünde alacaklı bakkalın tabutuna haciz koydurduğu Sultan Mehmed Vahideddin'den sürgüne kundakta iken giden Hânedan mensubuna kadar böyledir. Zira onlar asalet sahipleriydi. Vatanlarına pasaport ve nüfus kağıdı evrakı ve mide ve menfaatleriyle değil kanları, canları, cedleri ve dâvâlarıyla bağlıydılar.

Fazla uzak olmayan bir zaman öncesine kadarsa Devlet-i âli Osman'ın hakkını teslim etmek şöyle dursun tarihi, takvim sırasına göre nakletmek dahi yeni rejim kurucusuna hakaret sayılabilmişti. Üstelik de Türkçü olan ve
Türkçülüğü ölçü sayan İsmail Hami Danişmend'in "Osmanlı Tarihi Kronolojisi" ilk çıktığında birtakım profesörler tarafından İstanbul Üniversitesi önünde ateşe verilmiştir.

Bugün aklı selim hakim olmuştur. Hata ve sevabıyla her şey yerli yerine oturmakta. Daha da oturacak. Ancak her şeyin yerli yerine oturması ilmi müktesebatla mümkün olabilir. Bu da haysiyet sahibi kalemlerin ortaya koyduğu eserlerin ışığında mümkündür.

Hânedan ve Sultanlar hakkında resmî tarih kitaplarında cellatlığın yapıldığı devirlerde Kadir Mısıroğlu, "Osmanoğulları'nın Dramı" ismiyle bir eser kaleme almıştı. Diğer kitapları gibi bu fevkalâde bir çalışmaydı. Okunup miras bırakılmaya lâyıktır. Şimdi kalıcı bir eser daha neşroldu.  "Sürgündeki Hânedan" ismindeki bu hacimli çalışma, çok büyük bir emeğin mahsulü. Tâ Oğuzhan'dan bu yana Osmanlı Hânedan'ını tedkik eden mufassal bir kitap.

Kendisini lise yıllarından beri tanıdığımız ilmî gayret sahibi Ekrem Buğra Ekinci'nin yazdıkları okunduğunda ortada alelâde bir sürgünden ziyâde nasıl bir politik hırs olduğu görülecektir. Açlıktan parkta ölenler, intihar edenler ve neler ve neler. Hepsi müsebbipleri için yüz karası. Ekrem Buğra Ekinci'nin bu son eseri de bir değerli hizmet. Ancak müellifin görünmeyen bir hizmeti daha var. O da eserlerdeki Türkçe. Arkadan gelen nesillerde nadiren şahit olduğumuz bu seviyeli Türkçe, bir başka mağdur Türkçe'nin istikbaline dair bizde ümitlerin devamını temin etmektedir.
Bugün artık şunu söylemenin vakti gelmiştir:

Devlet'in Hânedan'a gecikmiş bir özür borcu vardır.

Bu özrün yapılması ve maddî destek ve mânevi itibarın noksansız ifa ve edâ edilmesi lâzımdır. "Devlet", derken devlet hükmi şahsiyeti, bir bütün olduğu için sadece T.C. Devletini kasdetmiyoruz. Hânedan mensuplarının şahsî mallarını Hazine-i Hassaya devreden mason hakimiyetindeki İttihat Terakki devri II. Meşrutiyet idaresini de buna dahil ediyoruz.

Devlet özür dilemeli, gereğini yapmalı ve fakat bir şey daha yapmalı. Her önüne gelen "Osmanlı", "Osmanoğlu" isim ve unvanını kullanamasın diye tedbir de almalıdır.

Eğer; genç nesiller, yeni beyaz zehir sosyal medyadan ve aileler de çağdaş büyücü dizilerden yakalarını kurtarıp kitaba yönelme bahtiyarlığına ererlerse kazanacakları bilgi birikimiyle hakîkatlerle tanışırlar.

....

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, "Sürgündeki Hânedan" 640 sh, 2015, Timaş
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.