DİYANET'TEN BEKLENEN

A -
A +
Geçen gün Bulgurlu tarafındaydık; orada Alvarlı Camiî ile karşılaştık. Hem merhum Alvarlı Hoca'nın adının bir camimize verilmesine memnun olduk ve hem de Mâbedteki Sinan üsluplu Osmanlı mimârî tarzının varlığına memnun olduk...
Ne var ki bu memnuniyetimiz câmie girince yerini bir burukluğa bıraktı. Evet, câmi, dışı gibi içiyle de güzeldi, tertemizdi. Ama bir köşesi camiî andırmıyordu. Sol taraf, câmi malzemelerinden yapılmış sıralarla bir loca gibi tefriş edilmişti.
Gördüğümüzden çok incindik. Câmilere sandalye, sıra konma bid'ati sel gibi çoğalmakta. Tabureler, iskemleler, alıp başını gittiği gibi bazı mescid ve câmilerde de Alvarlı Camîinde olduğu gibi kumaşlı, döşemeli hususî sıralar yapılmış vaziyette. Hatta İBB'nin parklarda inşa ettiği mescidlerde de duvara sabitlenmiş tabureler mevcut.
Diyanet İşleri Başkanlığı, bir kaç kere tamim neşrederek sandalyede namaz olamayacağını, dizlerini bükemeyenlerin, yere oturarak, bacaklarını kıbleye doğru uzatıp namaz kılmaları gerektiğini, aksinin ibadet olmadığını ihtar etti. Süreç bu iken imam ve müezzin efendiler, başına buyruk bazı yaşlı mü'minlere söz geçirememekteler.
Camilere sıra konması, ayakkabıyla girilmesi, mihraba piyano yerleştirilmesi, Türkçe Ezan, Tek Parti devrinin hayata geçirmeye çalıştığı, dinde reform çabalarıydı. Allâh'a şükür ki tutmadı. Ancak o zihniyetin dîne ve Müslümanlara yapamadığı kötülüğü, bugün bir kısım yetersiz Müslümanlar, gönüllü olarak icra etmekteler...
Bu giderek büyüyen bozulmanın durdurulması lâzım. Hâdise sonunda müezzinlerin minâreye çıkmamasına benzememeli. Müezzinler, 15 asırdır minareye çıkıp şerefeden ezan okurken son yarım asırdır minareler örümcek ağı bağladı. Diyanet reisliği, bu mevzuda başlangıçta çok hassasiyet göstermişti. Ezan, minareye çıkılıp okunacak diye çok tamim neşretti ama onun da müezzinlere gücü yetmedi. Kimse saklayamaz ki hoparlör sesi, ezandaki huşuyu tattırmıyor. Öylesine ifrata kaçıldı ki bugün İlahiyat Câmiî ile Yenibosna’daki bir caminin minarelerinde şerefe yok.
Son senelerde Diyanet İşleri Başkanlığı, hak ettiği itibara kavuşmuş durumda. Diyanet, çirkin politik vesayetten kurtuldu. Bunda mevcut iktidarın desteği olduğu gibi Prof. Mehmet Görmez Hoca'nın da payı büyüktür. Adı geçen Başkan zamanında Diyanet âdeta atağa geçti. Bu sebeple bir yazımızda dile getirdiğimiz bir teklifi, önceki akşam TV NET'te de tekrarladık. Teklifimiz şudur:
-Yapılacak yeni bir anayasada MİT Müsteşarlığının Cumhurbaşkanlığına bağlanması gibi Diyanet İşleri Başkanlığı da Cumhurbaşkanlığı'na bağlanmalıdır.
Artık itibarına kavuşmuş, kendine gelmiş Diyanet'in bazı mükellefiyetleri ihmal etmesi, tavizkâr davranması veya yanlışı düzeltmemesi şüphesiz ki uzun vâdede dinimize ve din birliğimize zarar verir:
1-Câmileri çirkinleştiren bu sıra, sandalye, tabure bid'ati derhal önlenmeli, din görevlileri, bir kısım bilgisi kıt, cerbezesi bol vatandaşlar önünde çâresiz kalmamalıdır.
2-Diyanet İşleri Başkanlığı da memuru olan müezzinler önünde çâresiz kalmamalıdır. Müezzinler mutlaka minareye çıkarak ezân okumalıdır. Ezân-ı Muhammediyi minâreye çıkıp okumayan müezzine ne ihtiyaç var? İbadetteki bu bid'ate göre bir hoparlör herkesin işini görmüş olur. O zaman bir şehre bir müezzin yeter. Bu düşünce makul görülebilir mi?
3-Takvimlerdeki namaz vakitleri, imsak vakitleri, oruca başlama ve iftar vakitleri de yine ayrı ve ciddî bir mes'eledir. 15 asırdır kullanılan ve Selçuklu ve Osmanlı ecdadımızın da kullandığı bu vakitler, 12 Eylül darbesin bütün ceberrutluğuyla yaşandığı 1983'te dinde reform saikiyle değiştirildi. O günlerde Diyanet baskı altındaydı, itiraz gücü yoktu. Vakitlerdeki bu değişikliğin mihraba piyano,  camie sıra koyma, ezanı asliyetinden çıkarma, müezzinlerin de şerefeyi terk etmesinden farkı yoktur. O reformist hareket, ne yazık ki daha sonra kalıcı hâle döndü. Bugün Müslümanlar, farklı  zamanlarda ezan okumakta, namaz ve oruç ibadetlerini edâ etmekteler.
Görüldüğü gibi dünya Müslümanlarının oruca başlama, bayram yapma takvimlerinde ihtilaf olduğu gibi Türkiye Müslümanlarının da 3 maddede topladığımız böylesi problemleri vardır.
Bir müezzinden, bir itfaiye eri kadar fedakâr olmasını beklemek haktır. Beyazıd Yangın Kulesi 183 basamaktır. İtfaiye erleri, buraya her gün bir kaç kere inip çıkmaktalar.
Bahsettiğimiz tv'de 15 Temmuz'da darp edilen, hakarete uğrayan gazi müezzinlerimiz için takdirlerimizi dile getirdik. Ancak kol yen içinde kırılmasın. Diyanetin, din adamlarımızın mes'elelerini ekran ve sütunlarda müdafaa etmeye çalıştığımız gibi dîni içten yıkma tehlikesi gösteren gidişata dikkat çekmek de vazgeçilemez borcumuzdur.
Şu tehlikeye bilhassa dikkat etmeli. Bu vatana ve bu dine kasdeden FETÖ, Müslümanın amentüsünü ve itikadını bozarken beri tarafta da amel ve ibadetler bozulmakta, değiştirilmekte, mihverinden çıkartılmakta.
Aziz dostum Mehmet Görmez Hoca'yla mümtaz ekibinin bu dertleri, dert edineceğine eminiz. Ne itikadda, ne amelde bozma, değiştirme, ilave çıkartma kısacası bid'at olmasın. Sn Mehmet Görmez darbe gecesi veciz bir söz söylemişti:
-Ezanları susturan darbelerden, darbeleri susturan sala seslerini bize lutfettiği için  Allah'a hamd ediyorum!
Bu ruhu, bu aşkı ve bu imânı kaybettirecek en küçük tehlike bile çok büyük tehlikedir.
Sevgili Peygamberimiz -aleyhi's salatü ve's selam- ve aziz eshabı gibi, mezheb imamlarımız gibi inanmalı ve amel etmeliyiz.
Hepimize lâzım olan bu hakîkattir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.